CASIYE SURESİ

Hiç yorum yok
. 8

CASIYE SURESİ

Mekke'de inmiştir. Ancak 14. âyet Medine'de inmiştir. 37 âyet olup Duhân Sûresinden sonra nazil olmuştur.

Takdim

Câsiye sûresi Mekke'de inmiştir. Geniş bir şekilde İslâmî inançları, yani Allah'a ve birliğine iman, Kur'an'a ve Hz. Peyamberin (s.a.v.) peygam­berliğine iman, âhirete, öldükten sonra dirilme ve hesabı ele alır. Bu müba­rek sûrenin ağırlık noktası, hemen hemen, Âlemlerin Rabbi olan Yüce Al­lah'ın birliğine dâir delil ve hüccetleri getirmektir.
Bu mübarek sûre Kur'an'ı ve onun kaynağını anlatarak başlar. O kay­nak, mülkünde güçlü, yaratmasında hikmet sahibi olan Yüce Allah'tır. O, insanlığa hayır ve mutluluk yolunu aydınlatan bir kandil olsun diye, kul­larına rahmet olarak yüce kitabını indirendir.
Daha sonra bu sûre, bu geniş âlemde yayılmış olan kevnî delilleri an­latır: Eşsiz göklerde deliller vardır. Geniş yeryüzünde deliller vardır. İnsa­nın, diğer hayvanların ve mahlukatın yaratılmasında deliller vardır. Gece ile gündüzün birbirini takip etmesinde, rüzgârların ve yağmurların emir al­tına alınmasında deliller vardır. Bunların hepsi, Allah'ın yüceliğini, gücünü ve birliğini anlatan delillerdir. Bundan sonra sûre, Kur'an'ı yalanlayan suçlulardan bahseder. Onlar Kur'an'ın nurlu âyetlerini dinleyip te, kibir ve taş­kınlıktan başka birşeyleri artmayan kimselerdir. Sûre onları, cehennemin alt tabakalarında elem verici bir azapla uyarır.
Bu sûre, Allah'ın, kullarına lütfettiği nimetleri anlatır ki, Allah'ın, kendilerine bol bol verdiği nimetleri düşünsünler, Ona şükretsinler; bu açık ve gizli nimetlerin kaynağının, bir olan Allah olduğunu ve Allah'tan başka ne bir yaratıcı ve ne de bir nzık verici bulunmadığını bilsinler.
Bu mübarek sûre, Allah'ın (c.c), İsraüoğullarma olan çeşitli ikram­larından ve onların, bu lütuf ve ihsana inkâr ve isyanla karşılık vermelerin­den söz eder. Değerli peygamberlerin daveti karşısında azgın suçluların tu­tumunu anlatır. Allah'ın adalet ve hikmetine göre, suçluların iyi amel edenlerle, kötülerin de iyilerle bir tutulamayacağını açıklar. Daha sonra da müşriklerin sapıklığa düşme sebebini açıklar. Bu sebep de, onların suç işle­meleri heva ve heveslerini ilâh edinmeleridir. Neticede basiretleri köreltil­miş ve asla hakka yol bulamaz olmuşlardır.
Sûre, kıyamet günündeki âdil hesabı anlatarak sona erer. Şöyle ki, in­sanlık İki gruba ayrılır; bir tmuyı cennete, bir grup da cehenneme girer.[1]

İsmi

İnsanların, kıyamet gününde karşılaşacakları sıkıntı ve şiddetleri an­lattığı için bu sûreye "Câsiye Sûresi" adı verilmiştir. Şöyle ki, mahlûkât hesabı beklerken, korkudan diz üstü çöker. İnsanları, akla gelmeyecek şiddet ve sıkıntılar bürür: "O gün her ümmeti, diz çökmüş görürsün. Her Ümmet kendi kitabına çağrılır. Onlara, "Bugün yaptıklarınızla cezalandırı­lacaksınız" denir. Gerçekten o gün, öyle korkunç bir gündür ki, ondan dolayı çocuklar ihtiyarlar!! [2]
Bismillâhirrahmânirrahînı.
1. Hâ, nıînı.
2. Kitab'ın indirilmesi, azız ve hakîm olan Allah tarafındandır.
3. Şüphesiz göklerde ve yerde inananlar için bir Çok âyetler vardır.
4. Sizin yaratılışınızda ve yeryüzünde yaydığı can­lılarda da kesin olarak inanan topluluklar için ibret ve­rici âyetler vardır.
5. Gecenin ve gündüzün değişmesinde, Allah'ın gökten indirmiş olduğu bir rızikta ve ölümünden sonra yeri diriltmesinde, rüzgârları değişik yönlerden estir­mesinde, aklını kullanan topluluklar için deliller var­dır.
6. İşte sana gerçek olarak okuduğumuz bunlar Allah'ın âyetleridir. Artık Allah'tan ve O'nun âyetle­rinden sonra hangi söze inanacaklar?
7. 8. Vay hâline her yalancı ve günahkâr kişinin! ki, Allah'ın kendisine okunan âyetlerini işitir de sonra büyüklük taslayarak sanki hiç onları duymamış gibi di­renir. İşte onu acı bir azap ile müjdele!
9. (O) âyetlerimizden bir şey öğrendiği zaman o-nunla alay eder. Onlar için alçaltıcı bir azap vardır.
10. Ötelerinde de cehennem vardır. Kazandıkları şeyler de, Allah'ı bırakıp edindikleri dostlar da, onlara hiçbir fayda vermez. Büyük azap onlaradır.
11. İşte bu Kur'an bir hidâyettir. Rablerinin âyetini inkâr edenlere gelince, onlara tiksindiren, can yakan bir azap vardır.
12. Allah o (yüce) varlık ki, emri gereğince deniz­de yüzmek üzere gemileri ve lütfedip verdiği rızkı ara­manız için denizi size hazır hale getirmiştir. Umulur ki şükredersiniz.
13. O, göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'tan olduğu halde size boyun eğdirmiştir. Elbette bunda düşünen topluluklar için birtakım ibretler vardır.
14. İman edenlere söyle: Allah'ın (cezalandıraca­ğı) günlerin geleceğini ummayanları bağışlasınlar. Çün­kü, Allah her toplumu, yaptığına göre cezalandıracak­tır.
15. Kim iyi iş yaparsa faydası kendisinedir ve kim de kötülük yaparsa zararı yine kendinedir. Sonra Rab-binize döndürüleceksiniz.
16. Andolsun ki biz, İsrâiloğullarına Kitab, hü­küm ve peygamberlik verdik. Onları güzel rizıklarla besledik ve onları dünyalara üstün kıldık.
17. Din konusunda onlara açık deliller verdik. A-ma onlar kendilerine bilgi geldikten sonra, aralarında­ki çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüler. Şüphesiz Rabbin, ayrılığa düştükleri şeyler hakkında kıyamet oünü aralarında hüküm verecektir.
18. Sonra seni din konusunda bir şeriat sahibi kıl­dık. Sen ona uy; bilmeyenlerin isteklerine uyma.
19. Çünkü onlar, Allah'a karşı sana hiçbir fayda veremezler. Doğrusu zâlimler birbirlerinin dostlarıdır. Allah da takva sâhiblerinin dostudur.
20. Bu (Kur'an), insanlar için kalb gözü, kesin ola­rak inanan bir toplum için de hidâyet ve rahmettir.

Kelimelerin İzahı

Yayar, dağıtır.
Tasrif, çevirmek, döndürmek demektir, Allah, rüzgârı bir yönden diğer yöne çevirdi, demektir.
Veyl, azap ve helak için kullanılan bir kelimedir.
Effâk, çok yalancı demektir.Yalan manasınadır.
Esîm, çok günah işleyen demektir.
Ricz, en şiddetli azap.
Israr eder. Bir şey üzerinde kalmaya kuvvetle ve şid­detle azmetti, demektir.
Fayda verir, savar. Malım bana hiç fayda sağlama­dı"[3] âyetinde de bu mânâda kullanılmıştır.
Basâir, deliller ve alâmetler demektir. [4]

Âyetlerin Tefsiri

1. Hâ, mîm. Bu harfler (Hurûf-u mukatta), Kur'an'm mucize olduğuna dikkat çekmek içindir.[5]
2. Kur'an, mülkünde güçlü, yaptığında hikmet sahibi olan Allah tarafından indirilmiştir. Allah'tan, içinde kulları için hikmet ve maslahat bulunan şeylerden başkası sâdır olmaz. Bundan sonra Yüce Allah birliğinin ve kudretinin delillerini bildirmek üzere şöyle buyurdu: [6]
3. Göklerin, yerin ve bu ikisinde bulu­nan harikulade mahrukatın, enteresan durumlarını ve güzel şeylerin yaratıl­masında, Allah'ın varlığına ve birliğine inanan bir toplum için, O'nun kud­retinin sonsuzluğunu ve hikmetini gösteren apaçık deliller vardır. [7]
4. Ey insanlar! Sizin, önce bir nutfeden, sonra yaratılışınız tamamlanıncaya kadar farklı aşamalardan ge­çen alaka (embriyon)dan yaratılmanızda ve Allah'ın yayıp dağıttığı, yeryü­zünde yürüyen çeşitli mahlukatta, Alemlerin Rabbinin gücüne kesin olarak inanan bir kavim için, apaçık deliller vardır. [8]
5. Gece ve gündüzün, ara vermeden sürekli bir şekil­de, ince ve sağlam bir düzen içersinde, birisi karanlığı diğeri ışığıyle ardar-da gelmelerinde de bir delil vardır. Geçimlerinde ve rızıklarmda insanlara hayat veren, Allah'ın bulutlardan indirdiği yağmu­ra da delil vardır. İbn Kesir şöyle der: Rızık, yağmurla elde edildiği için, Yüce Allah yağmura "rızık" ismini verdi.[9] Allah'ın yağmur sayesinde, kurumuş olup bitkisi ve ekini olmayan yeryüzünü dirilt­mesinde ve orada çeşitli ekin, meyve ve bitki çıkarmasında, güneyden ve kuzeyden rüzgârları soğuk ve sıcak olarak estirmesinde anlayan akıl ve gören gözleri olan bir kavim için, Allah'ın varlığını ve birliğini gösteren apaçık deliller vardır. Sâvi şöyle der: Yüce Allah üç âyette allı delil anlattı. Birinci âyeti "mü'minlere...", ikinci âyeü "kesin ina­nanlara... ", üçüncü âyeti de "aklı erenlere..." diye bitirdi. Bunlar arasında­ki ifade farkının izahı şudur: İnsan, gökleri ve yeri düşündüğünde bunların mutlaka bir yaratıcı olması gerektiğine iman eder. Kendisinin ve benzeri şeylerin yaratılışına baktığında imanı artar ve kesin olarak inanır. Diğer olaylara baktığında aklı olgunlaşır ve ilmi sağlamlaşır.[10]
6. İşte bunlar, Allah'ın birliğini ve gücünü gösteren hüccet ve delilleridir. Ey Muhammedi O delilleri sana, kendisinde bir kapalılık ve karışıklık olmayan apaçık bir hakla anlatıyoruz, Mekke kâfirleri, Allah'ın kelâmını tasdik etmeyip hüccet ve delillerine inanmayınca, artık hangi söze inanıp tasdik edecekler?! Bun­dan maksat, Kur'an'm apaçık beyanından ve mucizeliğinden sonra, müşrik­lerin onu yalanlamalarını büyük görmektir. [11]
7. Helak ve ölüm, günah işlemekte aşırı giden bütün yalancılara olsun. Fahreddin Râzî şöyle der: Bu, büyük bir tehdittir. Effâk, çok yalan söyleyen demektir. el-Esîm, çok günah işleyen manasınadır.[12]
8. O günahkâr, kendisine okunan, son derece açık Kur'an âyetlerini işitir. Sonra da, onları hiç işitmemiş gibi, âyetlere imanı kibrine yed irem iy erek, inkâr haline devam eder ve azgınlık ve sapıklığı içerisinde bocalayıp durur. Ey Muhammedi Ona, elem verici şiddetli bir azabı müjdele. Onlarla alay et­mek için Yüce Allah azaba "müjde" dedi. Çünkü müjde, sevindirici habere­dir. İbn Cüzeyy şöyle der: Yüce Allah, onların, âyetleri işittikten sonra inkâr etmelerini büyük bir olay kabul ettiği ve bunu akıl ve fıtrattan uzak gördüğü için, ısrar eder' fiilini, ' işitir' fiili üzerine atfetti.[13] Tefsirciler şöyle der: Bu âyet, Nadr b. Haris hakkında inmiştir. Nadr, Acem efsânelerini satın alır ve insanları onlarla meşgul ederek Kur'an dinlemele­rine engel olurdu. Ayet, bu anlatılan, sıfatı taşıyan herkes hakkında umûmî­dir. [14]
9. Allah'ın, Muhammed'e indirdiği âyetlerden herhangi bir şey ona ulaştığında alaya alır ve onunla eğlenirdi. Kur'an'la alay eden o yalancılar için zilletleri ve horlan­maları ile birlikte şiddetli bir azap vardır. [15]
10. Önlerinde, kendilerini bekleyen cehennem vardır. Çünkü onlar, dünyada hakka karşı büyüklük taslar ve kibirlenirlerdi. Dünyada sahip oldukları mal ve çocukları onlara fayda sağlamaz. Allah'ı bırakıp da kıpmış oldukları put­larının da onlara bir yararı olmaz vlâc. Onlar için, elem verici sürekli bir azap vardır. Ebussuûd şöyle der: Putların fayda vermemesi, mal ve çocukların fayda vermemesinden daha açık olmasına rağmen, " edindikleri de fayda sağlamaz" şeklinde, olumsuzluk edatının or­taya alınması, onların bozuk iddialarına binâendir. Zira onlar, putların şefaatini umuyorlardı. Bu âyette, onlara karşı bir alay ifadesi vardır.[16]
11. Bu Kur'an, kendisine inanan ve uyan kimseler için tam bir hidayettir. Nurunun yaygınlığına rağmen Kur'an'ı inkâr edenler var ya, onlar için, en şiddetli türden elem ve acı verici bir azap vardır. Bu âyette, kâfirlerin Kur'an'ı inkâr etmelerinin çok çirkin olduğu ve durumlarının çok kötü olduğu ifade edilmektedir. Ze-mahşerî şöyle der: Ricz, şiddetli azaptır. "Rablerinin âyetlerinden maksat Kur' an'dır.[17]
Yüce Allah kâfirleri çeşitli azaplarla tehdit ettikten sonra, kendisini birlesinler ve şükretsinler diye yüce nimetlerini onlara hatırlattı: [18]
12. Büyüklüğüne rağmen denizi, kudreti ve hikme-tiyle, sizin emrinize veren Allah'tır. Onun istek ve irade­siyle gemiler denizin dibine batmadan üzerinde yüzsün diye böyle yaptı. Fahreddin Râzî şöyle der: Yüce Allah suyun üstünü, gemiler yürüyecek şekilde düz ve yumuşak yarattı. Ağacı da, o şekilde yarattı ki, suyun dibine batmadan üzerinde kalsın. İşte buna Allah'tan başka kimsenin gücü yetmez. Ticaret maksadıyle, Allah'ın lütfundan istemeniz, inci ve mercan için dibine dalmanız, balık ve benzeri şeyleri avlamanız, ve size verdiği nimetlerinden dolayı Rabbinize şükretmeniz için böyle yaptı. Şöyle der: Yüce Allah, kudretinin sonsuzluğunu ve kullarına olan nimetinin tam oluşunu anlattı. Yarattıklarını, onların faydası için ya­rattığını açıkladı. Bütün bunlar O'nun fiili, yaratması, lütfü ve ihsanmdandır.[19]
13. Yüce Allah, bu kâinatta bulunan yıldızlar, dağlar, denizler, bitkiler, ağaçlar gibi her şeyi sizin için yarattı. Bunların hepsi, onun lütuf ve ihsanmdandır. Hepsi, tek olan Allah'ın katmdandır. Şüphesiz bu anlatılanlarda, Allah'ın sanatının güzelliklerini düşünen ve böylece O'nun birliğine ve kudretine delil getirip iman eden bir kavim için öğüt ve ibretler vardır. Yüce Allah, bir­liğinin, kudret ve hikmetinin delillerini anlattıktan sonra ardından, fazilet ahlâk ve güzel fiilleri öğretmek üzere şöyle buyurdu: [20]
14. Ey Muhammedi Mü'minlere söyle, kâfirleri affetsinler. Yaptıkları eziyetleri ve ettikleri vahşeti bağış­lasınlar. Mukâtil şöyle der: Mekke'de, kâfirlerden biri Ömer'e (r.a.) sövdü. Ömer (r.a.)de onu yakalayıp cezalandırmak istedi. Bunun üzerine Yüce Allah, affetmesini ve bağışlamasını emredip bu âyeti indirdi.[21] Allah'ın günlerini beklemezlerden maksat, Allah'ın azabından kork­mazlar demektir. Çünkü onlar, ne âhirete ne de Allah'la karşılaşacaklarına inanıyorlar. İbn Kesîr şöyle der: Müslümanlara, müşriklerin ve Ehl-i ki­tabın eziyetlerine sabretmeleri emredildi ki, hu durum, onları İslama ısın­dırsın. Sonra müşrikler, inatta ısfar edince, Yüce Allah mü'minler için, kılı­cı ve cihadı meşru kıldı.[22] Bu bir tehdittir. Yani, Allah suçlu kâfirlere, işlemiş oldukları suçun karşılığını vermek için bu izni verdi. "Kavnı" kelimesinin nekra olması, küçümseme içindir. [23]
15. Kim dünyada iyi bir iş yaparsa, onun yararı kendisinedir. Kim de kötülük ve şer işlerse, onun zararı da ona döner. Hemen hemen hiç bir iş, yapandan başkasına fayda veya zarar ver­mez. Sonra kıyamet günü, dönüşünüz sadece bir olan Allah'a olacaktır. O, herkese amelinin karşılığını, iyiye iyiliğinin, kötüye de kötülüğünün karşılığını verecektir.
Yüce Allah genel nimetleri anlattıktan sonra, ardından İsrailoğullanna özel olarak verdiği nimetleri hatırlatmak üzere şöyle buyurdu: [24]
16. Allah'a andolsun ki, İsrail oğullarına Tevrat'ı ve insanlar arasındaki dâvalarda hükmetme yetkisini vermiştik. İçlerinden nebiler ve rasûller göndermiştik. lara. yenilip içilen şeylerden, azık ve meyvelerden çok çeşitli nimetler ver­miştik, Onları, kendi zamanlarındaki diğer milletlerden üstün kılmıştık. Sâvî şöyle der: Bundan maksat, Peygamber (a.s.)'i teselli etmektir. Yüce Allah sanki şöyle diyor: "Ey Muhammedi Kavminin inkâr etmesine üzülme. Kuşkusuz biz, İsrailoğullarına Kitab'ı ve büyük nimetleri verdik. Fakat şükretmediler. Aksine inkârda ısrar ettiler. Senin kavmin de aynı şeyi yapıyor.[25]
17. Onlara Tevrat'ta şeriat işini ve Muhammed (s.a.v.)'in durumunu en mükemmel bir şekilde açıkladık. İbn Abbbâs şöyle der: Yani, Peygamber(a.s.)'İn durumunu, peygamberliğinin şahitlerini, yani Tihâme'den Yesrib'e hicret edeceğini ve ora halkının kendisine yardım edeceğini açıklamıştı.[26] Peygamberin doğruluğuna dâir, kendilerine kesin deliller geldikten sonra, kıskançlık, inat ve liderlik peşinde koşmalarından dolayı ihtilafa düştüler. Fahreddin Râzî şöyle der: Bu âyetten maksat, bu duruma hayret etmektir. Çünkü ilim, ihti­lafın ortadan kalkmasını gerektirir. Oysa burada ilim, itilafın meydana gelmesine sebep olmuştur. Çünkü onların ilimden maksadları ilmin kendisi değildir. Onların ilimden maksatları sadece reislik elde etmek ve Öne geçmektir. Onun için ilim öğrendiler ve inatlaştılar.[27] Dinle ilgili ihtilafa düştükleri konularda, kıyamet günü kullar arasında hükmedecek olan Allah'tır. Bu âyet-i kerime, müşrik­lere, kendilerinden önce gelip geçmiş olan azgın ve kibirli milletlerin gir­dikleri yola girmelerini yasaklamaktadır. [28]
18. Ey Muhammedi Seni apaçık bir yola, din hususunda dosdoğru bir yola koyduk. O halde sen, Rabbinin sana vahyettiği doğru dine Müşriklerin sapıklıklarına uyma. Beyzâvî şöyle der: Arzularının peşinden giden câhillerin yani Kureyş liderlerinin görüşlerine uyma. Onlar "atalarının dinine dön" demişler­di.[29]
19. Onların sapıklığına uyarsan, bil ki, onlar senden herhangi bir azabı savamazlar. Şüphesiz zâlimler, dünyada birbirlerinin dostudur. Âhirette ise onların hiçbir dostu yoktur. Yüce Allah, dünyada da, âhirette de takva sahibi mü'minlerin yardımcısı ve destekçisidir. [30]
20. Bu Kur'an, insanlar için kalp gözü yerinde; bir nur ve bir ziyadır. Ona inanan ve kesin olarak iman eden kimseler için bir rahmettir. [31]
21. Yoksa kötülük işleyenler ölümlerinde ve sağ­lıklarında kendilerini, inanıp iyi ameller işleyen kim­seler ile bir mi tutacağımızı sandılar? Ne kötü hüküm veriyorlar!
22. Allah, gökleri ve yeri hak ile yaratmıştır. Böy­lece herkes kazancına göre karşılık görür. Onlara hak­sızlık edilmez.
23. Hevâ ve hevesini tanrı edinen ve hakkı bildiği halde Allah'ın, saptırdığı, kulağını ve kalbini mühür-lediği, gözünün üstüne de perde çektiği kimseyi gördün mü? Şimdi onu Allah'tan başka kim doğru yola eriştire-bilir? Hâlâ ibret almayacak mısınız?
24. Dediler ki: "Hayat ancak bu dünyada yaşadığı-mızdır. Ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak zaman helak e-der." Bu hususta onların hiçbir bilgisi yoktur. Onlar sâdece zannediyorlar.
25. Onlara açıkça âyetlerimiz okunduğu zaman "Doğru sözlü iseniz babalarımızı getirin" demelerin­den başka delilleri yoktur.
26. De ki: Allah sizi diriltir, sonra öldürür. Sonra sizi hakkında şüphe olmayan kıyamet gününde biraraya toplar. Fakat insanların çoğu bilmezler.
27. Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Kıyame­tin kopacağı gün, işte o gün, bâtıla sapanlar hüsrana uğ­rayacaktır.
28. O gün her ümmeti, diz çökmüş görürsün. Her ümmet kendi kitabına çağırılır, onlara, "Bugün, yaptık­larınızla cezalandırılacaksınız!" denilir.
29. Bu, bizim kitabımızdır; yüzünüze karşı gerçe­ği söylüyor. Kuşkusuz biz, yaptıklarınızı kaydediyor­duk.
30. İnanıp iyi işler yapanlara gelince, Rableri on­ları rahmetine kabul eder. İşte apaçık kurtuluş budur.
31. Ama inkâr edenlere gelince onlara, "Ayetle­rim size okunmuş, siz de büyüklenip suçlu bir toplum olmuştunuz değil mi?" denilir.
32. "Allah'ın va'di gerçektir kıyamet gününde şüphe yoktur" dendiği zaman "Kıyametin ne olduğunu bilmiyoruz. Ancak birtakım tahminlerde bulunuyoruz. Onun hakkında kesin bir bilgi elde etmiş değiliz" de­miştiniz.
33. Yaptıklarının kötülükleri onlara görünmüş, alay edip durdukları şey onları kuşatmıştır.
34. Denilir ki: Bugüne kavuşacağınızı unuttuğu­nuz gibi biz de bugün sizi unuturuz. Yeriniz ateşti yardımcılarınız da yoktur!
35. Bunun böyle olmasının sebebi şudur: Siz Allah'ın âyetlerini alaya aldınız, dünya hayâtı sizi al­dattı. Artık bugün ateşten çıkarılmayacaklar ve onların özür dilemeleri de kabul edilmeyecektir.
36. Hamd, göklerin Rabbi, yerin Rabbi bütün Âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur.
37. Göklerde ve yerde bütün azamet yalnız O'na âittîr. O, azizdir, hakimdir.

Ayetlerin Öncekilerle Münasebeti

Yüce Allah önceki âyetlerde, İsrailoğullarmm sapıklıklarını anlattı. Kur'an'ın, ona sarılanlar için bir nur ve hidayet olduğunu açıkladı. Ardından burada, mü'minin kâfir ile, iyi kimsenin de kötü kimseyle, dünyada ve âhirette eşit olmayacağım açıkladı. Sonra, öldükten sonra dirilme ve hesabın olacağını gösteren delilleri anlattı. [32]

Kelimelerin İzahı

İşleyip kazandılar, Kazanmak demektir. Organ-lar kelimesi de bu köktendir.
Gışâve, örtü demektir. Bir kimse bir şeyi Örttüğünde denir.
Câsiye, korkunun şiddetinden dolayı diz üstü çöken manası­nadır. Bir kimse, dizleri üzerine oturduğunda denir. Muzârii dur.
Yazdırırız. Bir kimse bir şeyin yazılmasını ve tedvinini em­rettiğinde denir.
İndi ve kuşattı.
Rablerini razı etmeleri istenir. "Onun razı olmasını istedim, o da özrümü kabul etti" mânâsına, denir.
Kibriya; meliklik, büyüklük ve azamet demektir. [33]

Nüzul Sebebi

Rivayet edildiğine göre Ebû Cehil, bir gece Velid b. Muğîra ile bir­likte Beytullah'ı tavaf etti. Peygamber (a.s.) hakkında konuştular. Ebu Cehil şöyle dedi: Vallahi, ben onun doğru söylediğini kesin olarak biliyorum. Velid dedi ki: "Sus, bunu nerden anladın?" Ebû Cehil: Ey, Abd-i Şems'in babası! Biz ona, çocukken "Sâdık ve emin" diyorduk. Aklı olgunlaşıp rüşdü kemale erince, ona "yalancı ve hâin" demeye başladık. Vallahi, ben onun doğru söylediğini kesinlikle biliyorum" dedi. Velid, "O halde, onu tasdik edip iman etmekten seni alıkoyan nedir?.." dedi. Ebû Cehil dedi ki: "Kureyş kızları benden, "yenildiği için Ebû Tâlib'in yetimine tâbi oldu" diye söz ederler. Lât ve Uzzâ'ya yemin olsun, asla onun peşinden gitmem." Bu­nun üzerine, "Hevâsmı tanrı edinen ve Allah'ın, hakkı bildiği halde saptır­dığı, kulağını ve kalbini mühürlediği kimseyi gördün mü?" mealindeki âyet indi.[34]

Âyetlerin Tefsiri

21. Bu, inkâr ifade eden bir sorudur. Yani çok günah işlemiş olan o kâfirler, kendi­lerinin iyi iş yapan mü'minler gibi olacaklarım mı sanıyorlar? Onları hayatta ve ölümde eşit tutacağımızı mı sanıyorlar? Ne dünya­da, ne de âhirette, mü'minlerle kâfirleri eşit tutmamız mümkün değildir. Çünkü mü'minler, takva ve itaat üzere yaşarlar; kâfirler ise inkâr ve isyan üzere yaşarlar. Bu iki grup, birbirlerinden ne kadar farklı! Nitekim Yüce Allah meâlen şöyle buyurmuştur: "Öyle ya, mü'min olan, yoldan çıkmış kimse gibi midir? Onlar elbette bir olamazlar...[35] Mücâhid şöyle der: Mü'min, mü'min olarak ölür ve mü'min olarak diriltilir. Kâfir ise kâfir ola­rak Ölür, kâfir olarak diriltilir.[36] Kendilerini mü'minlerle bir görme hususundaki hükümleri ne kötü bir hükümdür. İbn Kesîr şöyle der: İyilerle kötüleri bir tutacağımızı düşünerek, biz ve adaletimiz hakkında kötü zanda bulundular. Dikenden üzüm toplanamayacağı gibi, kötüler de mü'minlerin makamına nail olamazlar.[37]
22. Allah, yer ve göklerle, birliğine ve kud­retine delil getirmek için onları, dengeli ve hak ile yarattı, Bir de, her insana yaptığının, hayır veya serden ka­zandığının karşılığı, yani mü'minin sevabı eksiltilmeksizin, kâfirin de azabı artırılmak s izm verilmesi için bunları yarattı. Şeyhzâde şöyle der: Yüce Allah, hakkı ortaya çıkarmak için gökleri ve yeri yaratınca, ki bunların ya­ratılması, onun hikmeti ve adaleti cümlesindendir, bunun neticesi olarak mazlumun intikamını zâlimden alması gerekti. Böylece, mahrukatın hesap için haşr edileceği sabit oldu.[38]
23. Ey Muhammed! Allah'a ibadeti bırakıp ta kendi hevâsına ibadet eden kimsenin durumunu biliyor musun? Söyle bana. Ebû Hayyân şöyle der: O kimse, kendi hevâ ve hevesine çok itaat edip nef­sinin istediğine uyar. Sanki o, tanrısına tapan kimse gibi, nefsinin isteğine kulluk eder.[39] İbn Abbâs şöyle der: O kâfir, nefsinin isteğini kendine din edindi. Nefsinin arzu ettiği her şeyi yaptı. Allah, o bedbaht, hakkı bildiği ve ondan câhil olmadığı halde, onu saptırdı. Onun durumu, ca­hilliğinden dolayı sapan kimsenin durumundan çok daha çirkin ve âdidir. Çünkü o, inadından dolayı hak ve hidâyetten yüzç ev irmektedir. Nitekim Yüce Allah meâlen şöyle buyurmuştur: "Vicdanları da bunlara tam bir ka­naat getirdiği halde zulüm ve kibirlerinden dolayı onları bile bile inkâr et­tiler"[40] Allah onun kalbini ve kulağını o şekilde mühürle­di ki, artık öğütlerden etkilenmez, âyetleri ve uyarıları düşünmez. Gözünün üzerine de öyle bir perde çekti ki, artık o, doğruyu göremez. Aydınlanacağı bir delili de bulamaz. Allah saptırdıktan sonra, onu kim hidâyete erdirebilir? Bunu yapabilecek hiç kim­se yoktur. Ey insanlar! Hâlâ ibret ve öğüt almayacak mısınız? Sâvî şöyle der: Yüce Allah kâfirleri dört sıfatla niteledi. Birincisi: Hevâ ve, hevese, tapma. İkincisi, bilmelerine rağmen sapmaları. Üçüncüsü, kulak­larının ve kalplerinin mühürlenmesi. Döndüncüsü, gözlerini üzerine perde çekilmesi. Bu sıfatlardan herbiri, sapıklığı gerektirir. Dolayısıyla onlara hiçibir şekilde hidayet ulaştırılamaz.[41] Bundan sonra Yüce Allah müşrikle­rin, her şeye gücü yeten, herşeyi bilen ilâhı ve kıyameti inkâr etmek sure­tiyle şüpheye düştüklerini anlatmak üzere şöyle buyurdu:[42]
24. Müşrikler dediler ki, bu dünya hayatından başka hayat yoktur. Burada bir kısmınız ölür, bir kısmınız yaşar. Ne âhiret, ne öldükten sonra dirilme, ne de haşir vardır. İbn Kesir şöyle der: Bu söz, Dehriyyûnun yani zamana inanan kâfirlerin ve âhireti inkâr husu­sunda onlarla aynı görüşte olan müşrik Arapların sözüdür. Maksatları şudur: Bu dünyadan başka hiçbir yurt yoktur. Bir kavim ölür, diğer bir kavim yaşar. Ne bu dünyanın sonu ne de kıyamet vardır. Bu, Allah'ı inkâr eden ve her o tuzaltıbin senede bir, her şeyin tekrar eski haline geleceğine inanan dehriyyûn felsefecilerin görüşüdür.[43] Bizi ancak, zamanın geçme­si ve günlerin birbirini takip etmesi öldürür. Fahreddin Râzî şöyle der: On­lar bu sözleriyle şunu demek istiyorlar: Hayatın ve ölümün sebebi, tabiat olaylarının etkileri ve feleklerin hareketleridir. İstediğini yapan bir ya­ratıcının isbatına gerek yoktur. Bu grup, hem Allah'ı, hem de kıyameti ve Öldükten sonra dirilmeyi inkâr etmişlerdir.[44] Yüce Allah onlara cevap olsun diye şöyle buyurdu: Onların aklî veya naklî bir dayanakları yoktur. Onun içindir ki, delilsiz ve hüccetsiz olarak Allah'ı inkâr ettiler. Onlar sadece, kuruntulu ve hayalci bir kavimdir. Kesin bilgileri olmadığı halde, zan ile konuşuyorlar. [45]
25. Müşriklere Kur'an'ın, öldükten sonra diril­meye ve haşre delâlet eden apaçık âyetleri okunduğunda, açık gerçeği savma hususunda tutanakları sadece, "söylediğiniz doğru ise önceki atalarımızı bize diriltin" demeleri olmuştur. Onların bâtıl sözlerine alay yoluyla hüccet yani tutanak denildi. [46]
26. Ey Muhammedi Onlara de ki: Siz bir damla meni iken, başlangıçta sizi yaratan Allah'tır. Ecelleriniz geldiğinde sizi öl­dürecek olan da O'dur. Yoksa, iddia ettiğiniz gibi, siz zamanın hükmüyle yaşatılıp öldürülecek değilsiniz, Sizi dünya­da yaşattığı gibi, öldükten sonra da hesap ve ceza için diriltecektir. Kuşku­suz, yoktan yaratabilen tekrar diriltmeye de kadirdir. Hikmet ve meydana gelmesinde şüphe bulunmayan kıyamet günü, hesap ve ceza için toplanmayi gerektirir. Fakat insanların çoğu, cahillikleri, fikir ve görüş kısırlıklarından dolayı Allah'ın gücünü bilmezler, dolayısıyle öl­dükten sonra dirilmeyi ve hesabı inkâr ederler.
Yüce Allah, haşir ve neşrin mümkün olduğunu açıkladıktan sonra, kı­yamet günündeki halleri genişçe anlatmak üzere şöyle buyurdu: [47]
27. Yüce Allah, ulvî ve süflî bütün kâinatın sahi­bi ve mâlikidir. Kıyamet gününde, Allah'ın âyetlerini inkâr eden kâfirler hüsrana uğrayacaklardır. [48]
28. Ey Muhatap! O gün, her ümmeti, şiddetli korku­dan dolayı dizüstü çökmüş görürsün. Onların bu durumu, hakim huzurunda, korkak ve zelil bir şekilde duran hasımların durumuna benzer. İbn Kesîr şöyle der: Bu durum, cehennem getirildiği zaman olur. Cehennem öyle bir ses çıkarır ki, dizi üzerine çökmeyen hiç kimse kalmaz.[49] O ümmetlerden her biri, içinde amellerinin yazılı bulunduğu sayfalara çağrılır. Onlara şöyle denir: Bu korkunç günde, yaptığınız iyi veya kötü amellerin karşılığını alacaksınız. [50]
29. Bu, amel defterinizdir. Artırma ve eksilt­me olmaksızın, sizin için hak ile şahitlik edecektir. İbn Cüzey şöyle der: Eğer denilirse ki, Allah, "kitap" yani "amel defteri"ni, bir defa onlara bir defa da kendisine izafe etti. Bu nasıl olur?. Buna şöyle cevap verilir: "Yüce Allah, onların amelleri o kitapta bulunduğu için, kitabı onlara izafe etti. Kitabın sahibi kendisi bulunduğu ve onu yazmaları için meleklere emir veren o olduğu için de, kitabı Allah'a izafe etti.[51] Amellerinizin yazılmasını ve aleyhinize kayda geçirilmesini meleklere emrediyorduk. Tefsirciler şöyle der: Burada Fiili, "yazarsın" manası­nadır. Nesh hakikatte, "bir asıldan başka bir şeye nakletmek" manasınadır. İbn Abbâs şöyle der: Melekler, kulların amellerini yazar. Sonra bu amelleri göklere çıkarırlar. Amellerin toplandığı dîvânda görevli melekler, hafaza meleklerinin yazdığını, kulları yaratmadan önce, Allah'ın onlar üzerine ezelde yazdığından her Kadir gecesinde Levh-ı mahfûz'dan kendilerine gösterilenlerle karşılaştırırlar. Allah ezelde yazdığını, ne bir harf artırır, ne de bir harf eksiltir. İşte âyetteki istinsahtan maksat budur. İbn Abbâs şöyle derdi: Siz Arap değil misiniz? İstinsah, asıldan başka bir yerden yapılır mı?[52] Bundan sonra Yüce Allah, itaat ve isyan edenlerden herbirinin duru­munu açıklamak üzere şöyle buyurdu: [53]
30. Dünya hayatında Allah'tan korkan sâlih mü'minlere gelince Allah onları cennete sokacaktır. Cennet, Allah'ın rahmetinin indiği yer olduğu için, ona "rahmet" denildi. İşte büyük kazanç budur. Bu, öyle apaçık bir kazançtır ki, ondan öte kazanç yoktur. [54]
31. Kâfirlere gelince, kınamak ve azarlamak için, onlara: "Peygamberler size Allah'ın âyetlerini okumuyorlar mıydı?" Kibirlenip o âyetlere inanmadınız. Onları dinlemekten yüzçevirdiniz. Çok suç işleyen bir kavim oldunuz. [55]
32. Size, "Öldükten sonra dirilmek, kuşkusuz ola­caktır, kıyamet de kopacaktır, bu hususta herhangi bir şüphe yoktur" denildiğinde Aşırı kibirinizden dolayı "O nedir? Hak mı, yoksa bâtıl mı?" dediniz. Beyzâvî şöyle der: Müşrikler kıyametin kopmasını garip ve uzak gördükleri ve onu inkâr ettikleri için böyle dedi­ler.[56] Biz ona inanmıyoruz. Fakat insanların, bir âhiretin var ol­duğunu söylediklerini duyuyor ve onun hakkında bir takım tahminler yürütü­yoruz. Biz âhirete kesin inananlar değiliz. Bu, müşriklerden, kıyameti inkârları için bir pekiştirmedir. [57]
33. Âhirette, çirkin amelleri onlara görünecektir. Dünyada alay ettikleri azap, inip onları kuşatacaktır. [58]
34. Onlara şöyle denilin Âhiret günü için bir azık olan itaati yapmayıp terkettiğiniz gibi, bugün biz de sizi azap içinde terkedip unutan kimsenin yaptığı gibi muamele edeceğiz. Sizin karar kılıp kalacağınız yer cehennem ateşidir. Size yardım edecek ve sizi Allah'ın azabından kurtaracak kimseniz yoktur. [59]
35. Bu cezayı size, Allah'ın kelamıyla alay edip onu eğlenceye aldığınız için verdik. Dünya, zînet-leri ve bâtıl şeyleriyle sizi aldattı. Sonunda, bu dünya hayatından başka bir hayat olmadığını, öldükten sonra ne dirilme, ne de haşir olmayacağını san­dınız. O gün onlar cehennemden çıkarılmaz­lar. Tevbe ve itaat etmek suretiyle, Rablerini razı etmeleri de onlardan is­tenmez. Çünkü o gün, bunların bir faydası olmaz. [60]
36. Netice olarak, bilesiniz ki, hamd Allah'a mahsustur. Ondan başka hiçkimse hanide layık değildir. Çünkü, kâinatın ve bütün mahlûkâtm yaratıcısı ve sahibi O'dur. [61]
37. Göklerde ve yerde büyüklük, azamet, ebedî kalış ve kemâl O'nundur. O galiptir, mağlûp edilemez. Sanatında, yaptığında ve idaresinde hikmet sahibidir. [62]

Edebî Sanatlar

Bu mübarek sûre birçok edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz:
1. Kuşkusuz, göklerde ve yerde alâmetler vardır" cümlesi, ve edatlarıyla pekiştirilmiştir. Çünkü Muhataplar, Allah'ın birliğini inkâr edenlerdir.
2. "Vay haline, her çok yalancı ve çok günahkâr kişi­nin!" cümlesinde mübalağa ifâde eden kipler kullanılmıştır. Çünkü Jüi ve kalıpları, mübalağa ifade eden kalıplardandır.
3. "Onu elem verici bir azapla müjdele" cümlesinin üs­lûbu, alay üslubudur. Zira müjde, hayırlı şeylerle olur. Onu şer işlerde kul­lanmak ise alaydır.
4. "Allah'ın gökten indirdiği rızıkta.." cüm­lesinde mecâz-ı mürsel vardır. Rızıktan maksat yağmurdur. Bu mecâz-ı mürselin alâkası, müsebbebiyet (sonuç) tir. Çünkü gökten rızık inmez. Fa­kat gökten, bitki ve rızkın çıkmasına sebep olan yağmur iner.
5. "Sanki onları hiç duymamış gibi, büyüklük taslayarak diretir" âyetinde teşbîh-i mürsel vardır. Kâfir, sanki Kur'an âyet­lerini işitmemiştir.
6. "Bu bir hidâyettir" âyetinde, mastar zikredilerek mübalağa yapılmıştır. Delilinin açıklığı nedeniyle, Kur'an, sanki hidayetin kendisi­dir.
7. "Denizi sizin emrinize verdi..." âyetinden sora » Göklerde ve yerde olanları sizin emrinize verdi" âyeti getirilerek lafzın tekrarlanmasıyla ıtnâb yapılmıştır. Yüce Allah, ver­diği nimeti açıklamak için böyle yapmıştır.
8. "Sen şeriata uy. Bilmeyenlerin istek­lerine uyma" âyetinde tıbâkselb vardır.
9. "Onları rahmetine sokai"" cümlesinde, mecâz-ı mür­sel vardır. Rahmet'ten maksat cennettir. Zira cennet, Allah'ın rahmetinin indiği yerdir.
10. Kim sâlih amel işlerse, kendisinedir" ile " Kim kötülük yaparsa,.bu da onun aleyhinedir" âyetleri arasında tıbâk vardır. Aynı şekilde ölürüz ile yaşarız ve sizi yaşatır ile sizi öldürür arasında tıbâk vardır.
11. "Bu, bizim kitabımızdır. Sizin hakkınızda gerçeği söylüyor" âyetinde istiâre-i tasrîhiyye vardır. "Aleyhinizde şahitlik ediyor" demektir. Burada istiare, hakikatten daha beliğdir. Çünkü kitabın, beyanda bulunarak yaptığı şahitliği; insanın, diliyle yaptığı şahitlikten daha kuvvetlidir.
12. "O gün onlar, cehennemden çıkarılmazlar." âyetinde iltifat sanatı vardır. Kâfirleri muhatap mertebesinden düşürmek için, II. şahıstan III. şahsa dönülmüştür,
13. "Siz, bugüne kavuşacağınızı nasıl unutmuşsanız, biz de bugün sizi unatacağız." âyetinde istiâre-i temsîliye vardır. Yüce Allah, onların azapta bırakılmalarını, istiâre-i temsîliyye yo­luyla, bir yerde hapsedilip sonra da gardiyan tarafından unutulup yiyecek ve içecek verilmeyen, neticede ölen kimseye benzetti. Âyetten maksat şudur: Sizi, azap içersinde bırakacağız ve unutan kimsenin muamelesi gibi mua­mele edeceğiz. Çünkü Yüce Allah unutmaz ve O'na unutkanlık arız olmaz.
Allah'ın yardımıyle "Câsiye Sûresi"nin tefsiri bitti. [63]


[1] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/33.
[2] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/34.
[3] Hakka sûresi, 69/28
[4] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/37-38.
[5] Geniş bilgi için bkz, Bu tefsir, Bakara sûresi'nin ilk âyeti.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/38.
[6] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/38.
[7] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/38.
[8] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/38.
[9] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/308
[10] Sâvî Haşiyesi, 4/63
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/38-39.
[11] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/39.
[12] Tefsîr-i Kebîr, 27/261
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/39.
[13] Teshîl, 4/38
[14] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/39.
[15] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/39.
[16] Ebussuûd, 5/58
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/39-40.
[17] Keşşaf, 4/227
[18] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/40.
[19] Kurtubî, 16/160
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/40.
[20] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/40-41.
[21] Tefsîr-i kebîr, 27/263
[22] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/309
[23] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/41.
[24] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/41.
[25] Sâvî Haşiyesi, 4/65
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/41.
[26] Cemel Haşiyesi, 4/116
[27] Tefsîr-i kebîr, 27/265
[28] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/41-42.
[29] Beyzâvî Haşiyesi, 3/323
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/42.
[30] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/42.
[31] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/42.
[32] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/45.
[33] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/46.
[34] Buna Mukâtil rivayet etmiştir. Kurtubî'de de böyledir. Bkz. 16/170.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/46.
[35] Secde sûresi, 32/18
[36] Kurtubî, 16/166
[37] Muhtasar-ı İbn Kesir, 3/311
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/46-47.
[38] Beyzâvî Haşiyesi, 3/325
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/47.
[39] Bahr, 8/48
[40] Nemi sûresi, 27/14
[41] Sâvî Haşiyesi, 4/67
[42] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/47-48.
[43] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/311
[44] Tefsîr-i kebîr, 27/275
[45] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/48.
[46] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/48.
[47] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/48-49.
[48] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/49.
[49] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/312
[50] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/49.
[51] Teshfl, 4/40
[52] Ebû Hayyân, Bahr, 8/51, Muhtasar-ı jbn Kesîr, 3/313
[53] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/49.
[54] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/50.
[55] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/50.
[56] Cemel Haşiyesi, 4/122
[57] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/50.
[58] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/50.
[59] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/50.
[60] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/50.
[61] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/50.
[62] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/51.
[63] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/51-52.

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder