CASIYE SURESİ
. 8
CASIYE SURESİ
Mekke'de inmiştir. Ancak 14. âyet
Medine'de
inmiştir. 37 âyet olup Duhân Sûresinden
sonra nazil olmuştur.
Takdim
Câsiye
sûresi Mekke'de inmiştir. Geniş bir şekilde İslâmî
inançları, yani Allah'a ve birliğine iman, Kur'an'a ve
Hz. Peyamberin (s.a.v.)
peygamberliğine iman, âhirete, öldükten sonra dirilme
ve hesabı ele alır. Bu mübarek sûrenin ağırlık noktası, hemen hemen, Âlemlerin Rabbi olan Yüce Allah'ın birliğine dâir
delil ve hüccetleri getirmektir.
Bu mübarek sûre Kur'an'ı ve onun kaynağını anlatarak başlar. O kaynak,
mülkünde güçlü, yaratmasında hikmet sahibi olan Yüce Allah'tır. O, insanlığa
hayır ve mutluluk yolunu aydınlatan bir kandil olsun diye, kullarına rahmet
olarak yüce kitabını indirendir.
Daha sonra bu sûre, bu geniş
âlemde yayılmış olan kevnî delilleri anlatır: Eşsiz
göklerde deliller vardır. Geniş yeryüzünde deliller vardır. İnsanın, diğer
hayvanların ve mahlukatın yaratılmasında deliller vardır. Gece ile gündüzün
birbirini takip etmesinde, rüzgârların ve yağmurların emir altına alınmasında
deliller vardır. Bunların hepsi, Allah'ın yüceliğini, gücünü ve birliğini
anlatan delillerdir. Bundan sonra sûre, Kur'an'ı
yalanlayan suçlulardan bahseder. Onlar Kur'an'ın nurlu
âyetlerini dinleyip te, kibir ve taşkınlıktan başka
birşeyleri artmayan kimselerdir. Sûre onları,
cehennemin alt tabakalarında elem verici bir azapla uyarır.
Bu sûre, Allah'ın, kullarına
lütfettiği nimetleri anlatır ki, Allah'ın, kendilerine bol bol verdiği nimetleri düşünsünler, Ona şükretsinler; bu açık
ve gizli nimetlerin kaynağının, bir olan Allah olduğunu ve Allah'tan başka ne
bir yaratıcı ve ne de bir nzık verici bulunmadığını
bilsinler.
Bu mübarek sûre, Allah'ın (c.c),
İsraüoğullarma olan çeşitli ikramlarından ve onların,
bu lütuf ve ihsana inkâr ve isyanla karşılık vermelerinden söz eder. Değerli
peygamberlerin daveti karşısında azgın suçluların tutumunu anlatır. Allah'ın
adalet ve hikmetine göre, suçluların iyi amel edenlerle, kötülerin de iyilerle
bir tutulamayacağını açıklar. Daha sonra da müşriklerin sapıklığa düşme sebebini
açıklar. Bu sebep de, onların suç işlemeleri heva ve
heveslerini ilâh edinmeleridir. Neticede basiretleri köreltilmiş ve asla hakka
yol bulamaz olmuşlardır.
Sûre, kıyamet günündeki âdil
hesabı anlatarak sona erer. Şöyle ki, insanlık İki gruba ayrılır; bir tmuyı cennete, bir grup da cehenneme girer.[1]
İsmi
İnsanların, kıyamet gününde
karşılaşacakları sıkıntı ve şiddetleri anlattığı için bu sûreye "Câsiye Sûresi" adı verilmiştir. Şöyle ki, mahlûkât hesabı
beklerken, korkudan diz üstü çöker. İnsanları, akla gelmeyecek şiddet ve
sıkıntılar bürür: "O gün her ümmeti, diz çökmüş görürsün. Her Ümmet kendi
kitabına çağrılır. Onlara, "Bugün yaptıklarınızla cezalandırılacaksınız" denir.
Gerçekten o gün, öyle korkunç bir gündür ki, ondan dolayı çocuklar
ihtiyarlar!! [2]
Bismillâhirrahmânirrahînı.
1. Hâ, nıînı.
2. Kitab'ın indirilmesi, azız ve hakîm olan Allah
tarafındandır.
3. Şüphesiz
göklerde ve yerde inananlar için bir Çok âyetler vardır.
4. Sizin
yaratılışınızda ve yeryüzünde yaydığı canlılarda da kesin olarak inanan
topluluklar için ibret verici âyetler vardır.
5. Gecenin ve
gündüzün değişmesinde, Allah'ın gökten
indirmiş olduğu bir rızikta ve ölümünden sonra yeri
diriltmesinde, rüzgârları değişik yönlerden estirmesinde, aklını kullanan
topluluklar için deliller vardır.
6. İşte sana
gerçek olarak okuduğumuz bunlar Allah'ın âyetleridir. Artık Allah'tan ve O'nun
âyetlerinden sonra hangi söze inanacaklar?
7. 8. Vay
hâline her yalancı ve günahkâr kişinin! ki, Allah'ın kendisine okunan âyetlerini
işitir de sonra büyüklük taslayarak sanki hiç onları duymamış gibi direnir.
İşte onu acı bir azap ile müjdele!
9. (O)
âyetlerimizden bir şey öğrendiği zaman o-nunla alay
eder. Onlar için alçaltıcı bir azap vardır.
10. Ötelerinde
de cehennem vardır. Kazandıkları şeyler de, Allah'ı bırakıp edindikleri dostlar
da, onlara
hiçbir fayda vermez. Büyük azap
onlaradır.
11. İşte bu
Kur'an
bir hidâyettir. Rablerinin âyetini inkâr edenlere gelince,
onlara tiksindiren, can yakan bir azap vardır.
12. Allah o
(yüce) varlık ki, emri gereğince denizde yüzmek üzere gemileri ve lütfedip
verdiği rızkı aramanız için denizi size hazır hale getirmiştir. Umulur ki
şükredersiniz.
13. O, göklerde
ve yerde ne varsa hepsi Allah'tan olduğu
halde size boyun
eğdirmiştir. Elbette bunda
düşünen topluluklar için birtakım ibretler vardır.
14. İman
edenlere söyle: Allah'ın (cezalandıracağı) günlerin geleceğini ummayanları
bağışlasınlar. Çünkü, Allah her toplumu, yaptığına göre
cezalandıracaktır.
15. Kim iyi iş
yaparsa faydası kendisinedir ve kim de kötülük yaparsa zararı yine kendinedir.
Sonra Rab-binize döndürüleceksiniz.
16. Andolsun ki biz, İsrâiloğullarına
Kitab, hüküm ve peygamberlik verdik. Onları güzel
rizıklarla besledik ve onları dünyalara üstün
kıldık.
17. Din
konusunda onlara açık deliller verdik. A-ma onlar
kendilerine bilgi geldikten sonra, aralarındaki çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüler. Şüphesiz Rabbin,
ayrılığa düştükleri şeyler hakkında kıyamet oünü
aralarında hüküm verecektir.
18. Sonra seni
din konusunda bir şeriat sahibi kıldık. Sen ona uy; bilmeyenlerin isteklerine
uyma.
19. Çünkü
onlar, Allah'a karşı sana hiçbir fayda veremezler. Doğrusu zâlimler
birbirlerinin dostlarıdır. Allah da takva sâhiblerinin
dostudur.
20. Bu (Kur'an), insanlar için kalb gözü,
kesin olarak inanan bir toplum için de hidâyet ve rahmettir.
Kelimelerin İzahı
Yayar, dağıtır.
Tasrif, çevirmek, döndürmek
demektir, Allah, rüzgârı bir yönden diğer yöne çevirdi, demektir.
Veyl, azap
ve helak için kullanılan bir kelimedir.
Effâk, çok
yalancı demektir.Yalan manasınadır.
Esîm, çok günah işleyen
demektir.
Ricz, en
şiddetli azap.
Israr eder. Bir şey üzerinde
kalmaya kuvvetle ve şiddetle azmetti, demektir.
Fayda verir, savar. Malım bana hiç
fayda sağlamadı"[3]
âyetinde de bu mânâda
kullanılmıştır.
Basâir,
deliller ve alâmetler demektir. [4]
Âyetlerin Tefsiri
1. Hâ, mîm. Bu
harfler (Hurûf-u mukatta),
Kur'an'm mucize olduğuna dikkat çekmek içindir.[5]
2. Kur'an, mülkünde güçlü, yaptığında hikmet sahibi olan Allah
tarafından indirilmiştir. Allah'tan, içinde kulları için hikmet ve maslahat
bulunan şeylerden başkası sâdır olmaz. Bundan sonra Yüce Allah birliğinin ve
kudretinin delillerini bildirmek üzere şöyle buyurdu: [6]
3. Göklerin,
yerin ve bu ikisinde bulunan harikulade mahrukatın, enteresan durumlarını ve
güzel şeylerin yaratılmasında, Allah'ın varlığına ve birliğine inanan bir
toplum için, O'nun kudretinin sonsuzluğunu ve hikmetini gösteren apaçık
deliller vardır. [7]
4. Ey insanlar!
Sizin, önce bir nutfeden, sonra yaratılışınız
tamamlanıncaya kadar farklı aşamalardan geçen alaka (embriyon)dan
yaratılmanızda ve Allah'ın yayıp dağıttığı, yeryüzünde yürüyen çeşitli
mahlukatta, Alemlerin Rabbinin gücüne kesin olarak inanan bir kavim için, apaçık
deliller vardır. [8]
5. Gece ve
gündüzün, ara vermeden sürekli bir şekilde, ince ve sağlam bir düzen içersinde,
birisi karanlığı diğeri ışığıyle ardar-da gelmelerinde de bir delil vardır. Geçimlerinde ve
rızıklarmda insanlara hayat veren, Allah'ın
bulutlardan indirdiği yağmura da delil vardır. İbn
Kesir şöyle der: Rızık, yağmurla elde edildiği için,
Yüce Allah yağmura "rızık" ismini verdi.[9]
Allah'ın yağmur sayesinde, kurumuş olup bitkisi ve ekini olmayan yeryüzünü
diriltmesinde ve orada çeşitli ekin, meyve ve bitki çıkarmasında, güneyden ve
kuzeyden rüzgârları soğuk ve sıcak olarak estirmesinde anlayan akıl ve gören
gözleri olan bir kavim için, Allah'ın varlığını ve birliğini gösteren apaçık
deliller vardır. Sâvi şöyle der: Yüce Allah üç âyette
allı delil anlattı. Birinci âyeti "mü'minlere...",
ikinci âyeü "kesin inananlara... ", üçüncü âyeti de
"aklı erenlere..." diye bitirdi. Bunlar arasındaki ifade farkının izahı şudur:
İnsan, gökleri ve yeri düşündüğünde bunların mutlaka bir yaratıcı olması
gerektiğine iman eder. Kendisinin ve benzeri şeylerin yaratılışına baktığında
imanı artar ve kesin olarak inanır. Diğer olaylara baktığında aklı olgunlaşır ve
ilmi sağlamlaşır.[10]
6. İşte bunlar,
Allah'ın birliğini ve gücünü gösteren hüccet ve delilleridir. Ey Muhammedi O
delilleri sana, kendisinde bir kapalılık ve karışıklık olmayan apaçık bir hakla
anlatıyoruz, Mekke kâfirleri, Allah'ın kelâmını tasdik etmeyip hüccet ve
delillerine inanmayınca, artık hangi söze inanıp tasdik edecekler?! Bundan
maksat, Kur'an'm apaçık beyanından ve mucizeliğinden
sonra, müşriklerin onu yalanlamalarını büyük görmektir. [11]
7. Helak ve
ölüm, günah işlemekte aşırı giden bütün yalancılara olsun. Fahreddin Râzî şöyle der: Bu,
büyük bir tehdittir. Effâk, çok yalan söyleyen
demektir. el-Esîm, çok günah işleyen manasınadır.[12]
8. O günahkâr,
kendisine okunan, son derece açık Kur'an âyetlerini
işitir. Sonra da, onları hiç işitmemiş gibi, âyetlere imanı kibrine yed irem iy erek, inkâr haline devam
eder ve azgınlık ve sapıklığı içerisinde bocalayıp durur. Ey Muhammedi Ona, elem
verici şiddetli bir azabı müjdele. Onlarla alay etmek için Yüce Allah azaba
"müjde" dedi. Çünkü müjde, sevindirici haberedir. İbn
Cüzeyy şöyle der: Yüce Allah, onların, âyetleri
işittikten sonra inkâr etmelerini büyük bir olay kabul ettiği ve bunu akıl ve
fıtrattan uzak gördüğü için, ısrar eder' fiilini, ' işitir' fiili üzerine
atfetti.[13]
Tefsirciler şöyle der: Bu âyet, Nadr b. Haris hakkında
inmiştir. Nadr, Acem efsânelerini satın alır ve
insanları onlarla meşgul ederek Kur'an dinlemelerine
engel olurdu. Ayet, bu anlatılan, sıfatı taşıyan herkes hakkında umûmîdir. [14]
9. Allah'ın,
Muhammed'e indirdiği âyetlerden herhangi bir şey ona ulaştığında alaya alır ve
onunla eğlenirdi. Kur'an'la alay eden o yalancılar
için zilletleri ve horlanmaları ile birlikte şiddetli bir azap vardır. [15]
10. Önlerinde,
kendilerini bekleyen cehennem vardır. Çünkü onlar, dünyada hakka karşı büyüklük
taslar ve kibirlenirlerdi. Dünyada sahip oldukları mal ve çocukları onlara fayda
sağlamaz. Allah'ı bırakıp da kıpmış oldukları putlarının da onlara bir yararı
olmaz vlâc. Onlar için, elem verici sürekli bir azap
vardır. Ebussuûd şöyle der: Putların fayda vermemesi,
mal ve çocukların fayda vermemesinden daha açık olmasına rağmen, " edindikleri
de fayda sağlamaz" şeklinde, olumsuzluk edatının ortaya alınması, onların bozuk
iddialarına binâendir. Zira onlar, putların şefaatini umuyorlardı. Bu âyette,
onlara karşı bir alay ifadesi vardır.[16]
11. Bu Kur'an, kendisine inanan ve uyan kimseler için tam bir
hidayettir. Nurunun yaygınlığına rağmen Kur'an'ı inkâr
edenler var ya, onlar için, en şiddetli türden elem ve
acı verici bir azap vardır. Bu âyette, kâfirlerin Kur'an'ı inkâr etmelerinin çok çirkin olduğu ve durumlarının
çok kötü olduğu ifade edilmektedir. Ze-mahşerî şöyle
der: Ricz, şiddetli azaptır. "Rablerinin âyetlerinden
maksat Kur' an'dır.[17]
Yüce Allah kâfirleri çeşitli
azaplarla tehdit ettikten sonra, kendisini birlesinler ve şükretsinler diye yüce
nimetlerini onlara hatırlattı: [18]
12. Büyüklüğüne
rağmen denizi, kudreti ve hikme-tiyle, sizin emrinize veren Allah'tır. Onun istek ve
iradesiyle gemiler denizin dibine batmadan üzerinde yüzsün diye böyle yaptı.
Fahreddin Râzî şöyle der:
Yüce Allah suyun üstünü, gemiler yürüyecek şekilde düz ve yumuşak yarattı. Ağacı
da, o şekilde yarattı ki, suyun dibine batmadan üzerinde kalsın. İşte buna
Allah'tan başka kimsenin gücü yetmez. Ticaret maksadıyle, Allah'ın lütfundan
istemeniz, inci ve mercan için dibine dalmanız, balık ve benzeri şeyleri
avlamanız, ve size verdiği nimetlerinden dolayı Rabbinize şükretmeniz için böyle
yaptı. Şöyle der: Yüce Allah, kudretinin sonsuzluğunu ve kullarına olan
nimetinin tam oluşunu anlattı. Yarattıklarını, onların faydası için yarattığını
açıkladı. Bütün bunlar O'nun fiili, yaratması, lütfü ve ihsanmdandır.[19]
13. Yüce Allah,
bu kâinatta bulunan yıldızlar, dağlar, denizler, bitkiler, ağaçlar gibi her şeyi
sizin için yarattı. Bunların hepsi, onun lütuf ve ihsanmdandır. Hepsi, tek olan Allah'ın katmdandır. Şüphesiz bu anlatılanlarda, Allah'ın sanatının
güzelliklerini düşünen ve böylece O'nun birliğine ve kudretine delil getirip
iman eden bir kavim için öğüt ve ibretler vardır. Yüce Allah, birliğinin,
kudret ve hikmetinin delillerini anlattıktan sonra ardından, fazilet ahlâk ve
güzel fiilleri öğretmek üzere şöyle buyurdu: [20]
14. Ey
Muhammedi Mü'minlere söyle, kâfirleri affetsinler.
Yaptıkları eziyetleri ve ettikleri vahşeti bağışlasınlar. Mukâtil şöyle der: Mekke'de, kâfirlerden biri Ömer'e (r.a.)
sövdü. Ömer (r.a.)de onu yakalayıp cezalandırmak istedi. Bunun üzerine Yüce
Allah, affetmesini ve bağışlamasını emredip bu âyeti indirdi.[21]
Allah'ın günlerini beklemezlerden maksat, Allah'ın azabından korkmazlar
demektir. Çünkü onlar, ne âhirete ne de Allah'la
karşılaşacaklarına inanıyorlar. İbn Kesîr şöyle der:
Müslümanlara, müşriklerin ve Ehl-i kitabın
eziyetlerine sabretmeleri emredildi ki, hu durum, onları İslama ısındırsın. Sonra müşrikler, inatta ısfar edince, Yüce Allah mü'minler
için, kılıcı ve cihadı meşru kıldı.[22]
Bu bir tehdittir. Yani, Allah suçlu kâfirlere, işlemiş oldukları suçun
karşılığını vermek için bu izni verdi. "Kavnı"
kelimesinin nekra olması, küçümseme içindir. [23]
15. Kim dünyada
iyi bir iş yaparsa, onun yararı kendisinedir. Kim de kötülük ve şer işlerse,
onun zararı da ona döner. Hemen hemen hiç bir iş,
yapandan başkasına fayda veya zarar vermez. Sonra kıyamet günü, dönüşünüz
sadece bir olan Allah'a olacaktır. O, herkese amelinin karşılığını, iyiye
iyiliğinin, kötüye de kötülüğünün karşılığını verecektir.
Yüce Allah genel nimetleri
anlattıktan sonra, ardından İsrailoğullanna özel
olarak verdiği nimetleri hatırlatmak üzere şöyle buyurdu: [24]
16. Allah'a
andolsun ki, İsrail oğullarına Tevrat'ı ve insanlar
arasındaki dâvalarda hükmetme yetkisini vermiştik. İçlerinden nebiler ve rasûller göndermiştik. lara.
yenilip içilen şeylerden, azık ve meyvelerden çok çeşitli nimetler vermiştik,
Onları, kendi zamanlarındaki diğer milletlerden üstün kılmıştık. Sâvî şöyle der: Bundan maksat, Peygamber (a.s.)'i teselli
etmektir. Yüce Allah sanki şöyle diyor: "Ey Muhammedi Kavminin inkâr etmesine
üzülme. Kuşkusuz biz, İsrailoğullarına Kitab'ı ve büyük nimetleri verdik. Fakat şükretmediler.
Aksine inkârda ısrar ettiler. Senin kavmin de aynı şeyi yapıyor.[25]
17. Onlara
Tevrat'ta şeriat işini ve Muhammed (s.a.v.)'in durumunu en mükemmel bir şekilde
açıkladık. İbn Abbbâs
şöyle
der: Yani, Peygamber(a.s.)'İn durumunu,
peygamberliğinin şahitlerini, yani Tihâme'den Yesrib'e hicret edeceğini ve ora halkının kendisine yardım
edeceğini açıklamıştı.[26]
Peygamberin doğruluğuna dâir, kendilerine kesin deliller geldikten sonra,
kıskançlık, inat ve liderlik peşinde koşmalarından dolayı ihtilafa düştüler.
Fahreddin Râzî şöyle der: Bu
âyetten maksat, bu duruma hayret etmektir. Çünkü ilim, ihtilafın ortadan
kalkmasını gerektirir. Oysa burada ilim, itilafın meydana gelmesine sebep
olmuştur. Çünkü onların ilimden maksadları ilmin
kendisi değildir. Onların ilimden maksatları sadece reislik elde etmek ve Öne
geçmektir. Onun için ilim öğrendiler ve
inatlaştılar.[27]
Dinle ilgili ihtilafa düştükleri konularda, kıyamet günü kullar arasında
hükmedecek olan Allah'tır. Bu âyet-i kerime, müşriklere, kendilerinden önce
gelip geçmiş olan azgın ve kibirli milletlerin girdikleri yola girmelerini
yasaklamaktadır. [28]
18. Ey
Muhammedi Seni apaçık bir yola, din hususunda dosdoğru bir yola koyduk. O halde
sen, Rabbinin sana vahyettiği doğru dine Müşriklerin
sapıklıklarına uyma. Beyzâvî şöyle der: Arzularının
peşinden giden câhillerin yani Kureyş liderlerinin
görüşlerine uyma. Onlar "atalarının dinine dön" demişlerdi.[29]
19. Onların
sapıklığına uyarsan, bil ki, onlar senden herhangi bir azabı savamazlar.
Şüphesiz zâlimler, dünyada birbirlerinin dostudur. Âhirette ise onların hiçbir dostu yoktur. Yüce Allah,
dünyada da, âhirette de takva sahibi mü'minlerin yardımcısı ve destekçisidir. [30]
20. Bu Kur'an, insanlar için kalp gözü yerinde; bir nur ve bir
ziyadır. Ona inanan ve kesin olarak iman eden kimseler için bir rahmettir. [31]
21. Yoksa
kötülük işleyenler ölümlerinde ve sağlıklarında kendilerini, inanıp iyi ameller
işleyen kimseler ile bir mi tutacağımızı sandılar? Ne kötü hüküm
veriyorlar!
22. Allah,
gökleri ve yeri hak ile yaratmıştır. Böylece herkes kazancına göre karşılık
görür. Onlara haksızlık edilmez.
23. Hevâ ve hevesini tanrı edinen ve hakkı bildiği halde
Allah'ın, saptırdığı, kulağını ve kalbini mühür-lediği, gözünün üstüne de perde çektiği kimseyi gördün mü?
Şimdi onu Allah'tan başka kim doğru yola eriştire-bilir? Hâlâ ibret almayacak
mısınız?
24. Dediler ki: "Hayat ancak bu dünyada
yaşadığı-mızdır. Ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak zaman
helak e-der." Bu hususta onların hiçbir
bilgisi yoktur. Onlar sâdece zannediyorlar.
25. Onlara
açıkça âyetlerimiz okunduğu zaman "Doğru sözlü iseniz babalarımızı getirin" demelerinden başka delilleri
yoktur.
26. De ki: Allah sizi diriltir, sonra öldürür.
Sonra sizi hakkında şüphe olmayan kıyamet gününde biraraya toplar. Fakat insanların çoğu
bilmezler.
27. Göklerin ve
yerin mülkü Allah'ındır. Kıyametin kopacağı gün, işte o gün, bâtıla sapanlar
hüsrana uğrayacaktır.
28. O gün her
ümmeti, diz çökmüş görürsün. Her ümmet kendi kitabına çağırılır, onlara, "Bugün,
yaptıklarınızla cezalandırılacaksınız!"
denilir.
29. Bu, bizim
kitabımızdır; yüzünüze karşı gerçeği söylüyor. Kuşkusuz biz, yaptıklarınızı
kaydediyorduk.
30. İnanıp iyi
işler yapanlara gelince, Rableri onları rahmetine kabul eder. İşte apaçık
kurtuluş budur.
31. Ama inkâr
edenlere gelince onlara, "Ayetlerim size okunmuş, siz de büyüklenip suçlu bir
toplum olmuştunuz değil mi?" denilir.
32. "Allah'ın
va'di gerçektir kıyamet gününde şüphe yoktur" dendiği
zaman "Kıyametin ne olduğunu bilmiyoruz. Ancak birtakım tahminlerde bulunuyoruz.
Onun hakkında kesin bir bilgi elde etmiş değiliz" demiştiniz.
33.
Yaptıklarının kötülükleri onlara görünmüş, alay edip durdukları şey onları
kuşatmıştır.
34. Denilir ki:
Bugüne kavuşacağınızı unuttuğunuz gibi biz de bugün sizi unuturuz. Yeriniz
ateşti yardımcılarınız da yoktur!
35. Bunun böyle
olmasının sebebi şudur:
Siz Allah'ın âyetlerini alaya aldınız, dünya hayâtı sizi aldattı. Artık
bugün ateşten çıkarılmayacaklar ve onların özür dilemeleri de kabul
edilmeyecektir.
36. Hamd, göklerin Rabbi,
yerin Rabbi bütün Âlemlerin Rabbi olan Allah'a
mahsustur.
37. Göklerde ve
yerde bütün azamet yalnız O'na âittîr. O, azizdir, hakimdir.
Ayetlerin Öncekilerle Münasebeti
Yüce Allah önceki âyetlerde, İsrailoğullarmm sapıklıklarını anlattı. Kur'an'ın, ona sarılanlar için bir nur ve hidayet olduğunu
açıkladı. Ardından burada, mü'minin kâfir ile, iyi
kimsenin de kötü kimseyle, dünyada ve âhirette eşit
olmayacağım açıkladı. Sonra, öldükten sonra dirilme ve hesabın olacağını
gösteren delilleri anlattı. [32]
Kelimelerin İzahı
İşleyip kazandılar, Kazanmak
demektir. Organ-lar kelimesi de bu
köktendir.
Gışâve, örtü
demektir. Bir kimse bir şeyi Örttüğünde
denir.
Câsiye,
korkunun şiddetinden dolayı diz üstü çöken manasınadır. Bir kimse, dizleri
üzerine oturduğunda denir. Muzârii dur.
Yazdırırız. Bir kimse bir şeyin
yazılmasını ve tedvinini emrettiğinde denir.
İndi ve kuşattı.
Rablerini razı etmeleri istenir.
"Onun razı olmasını istedim, o da özrümü kabul etti" mânâsına,
denir.
Kibriya; meliklik, büyüklük ve
azamet demektir. [33]
Nüzul Sebebi
Rivayet edildiğine göre Ebû Cehil, bir gece Velid b. Muğîra ile birlikte Beytullah'ı
tavaf etti. Peygamber (a.s.) hakkında konuştular. Ebu
Cehil şöyle dedi: Vallahi, ben onun doğru söylediğini kesin olarak biliyorum.
Velid dedi ki: "Sus, bunu nerden anladın?" Ebû Cehil: Ey, Abd-i Şems'in
babası! Biz ona, çocukken "Sâdık ve emin" diyorduk. Aklı olgunlaşıp rüşdü kemale erince, ona "yalancı ve hâin" demeye başladık.
Vallahi, ben onun doğru söylediğini kesinlikle biliyorum" dedi. Velid, "O halde, onu tasdik edip iman etmekten seni alıkoyan
nedir?.." dedi. Ebû Cehil dedi ki: "Kureyş kızları benden, "yenildiği için Ebû Tâlib'in yetimine tâbi oldu"
diye söz ederler. Lât ve Uzzâ'ya yemin olsun, asla onun peşinden gitmem." Bunun
üzerine, "Hevâsmı tanrı edinen ve Allah'ın, hakkı
bildiği halde saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği kimseyi gördün mü?"
mealindeki âyet indi.[34]
Âyetlerin Tefsiri
21.
Bu,
inkâr ifade eden bir sorudur. Yani çok
günah işlemiş olan o kâfirler, kendilerinin iyi iş yapan mü'minler gibi olacaklarım mı sanıyorlar? Onları hayatta ve
ölümde eşit tutacağımızı mı sanıyorlar? Ne dünyada, ne de âhirette, mü'minlerle kâfirleri
eşit tutmamız mümkün değildir. Çünkü mü'minler, takva
ve itaat üzere yaşarlar; kâfirler ise inkâr ve isyan üzere yaşarlar. Bu iki
grup, birbirlerinden ne kadar farklı! Nitekim Yüce
Allah meâlen
şöyle buyurmuştur: "Öyle ya, mü'min olan, yoldan çıkmış kimse gibi midir? Onlar elbette
bir olamazlar...[35]
Mücâhid şöyle der: Mü'min,
mü'min olarak ölür ve mü'min
olarak diriltilir. Kâfir ise kâfir olarak Ölür, kâfir olarak diriltilir.[36]
Kendilerini mü'minlerle bir görme hususundaki hükümleri ne kötü bir
hükümdür. İbn Kesîr şöyle der: İyilerle kötüleri bir
tutacağımızı düşünerek, biz ve adaletimiz hakkında kötü zanda bulundular.
Dikenden üzüm toplanamayacağı gibi, kötüler de mü'minlerin makamına nail olamazlar.[37]
22. Allah, yer
ve göklerle, birliğine ve kudretine delil getirmek için onları, dengeli ve hak
ile yarattı, Bir de, her insana yaptığının, hayır veya serden kazandığının
karşılığı, yani mü'minin sevabı eksiltilmeksizin,
kâfirin de azabı artırılmak s izm verilmesi için
bunları yarattı. Şeyhzâde şöyle der: Yüce Allah, hakkı
ortaya çıkarmak için gökleri ve yeri yaratınca, ki bunların yaratılması, onun
hikmeti ve adaleti cümlesindendir, bunun neticesi olarak mazlumun intikamını
zâlimden alması gerekti. Böylece, mahrukatın hesap için haşr edileceği sabit oldu.[38]
23. Ey
Muhammed! Allah'a ibadeti bırakıp ta kendi hevâsına
ibadet eden kimsenin durumunu biliyor musun? Söyle bana. Ebû Hayyân şöyle der: O kimse,
kendi hevâ ve hevesine çok itaat edip nefsinin
istediğine uyar. Sanki o, tanrısına tapan kimse gibi, nefsinin isteğine kulluk
eder.[39]
İbn Abbâs şöyle der: O
kâfir, nefsinin isteğini kendine din edindi. Nefsinin arzu ettiği her şeyi
yaptı. Allah, o bedbaht, hakkı bildiği ve ondan câhil olmadığı halde, onu
saptırdı. Onun durumu, cahilliğinden dolayı sapan kimsenin durumundan çok daha
çirkin ve âdidir. Çünkü o, inadından dolayı hak ve hidâyetten yüzç ev irmektedir. Nitekim Yüce Allah meâlen şöyle buyurmuştur: "Vicdanları da bunlara tam bir
kanaat getirdiği halde zulüm ve kibirlerinden dolayı onları bile bile inkâr ettiler"[40]
Allah onun kalbini ve kulağını o şekilde mühürledi ki, artık öğütlerden
etkilenmez, âyetleri ve uyarıları düşünmez. Gözünün üzerine de öyle bir perde
çekti ki, artık o, doğruyu göremez. Aydınlanacağı bir delili de bulamaz. Allah
saptırdıktan sonra, onu kim hidâyete erdirebilir? Bunu yapabilecek hiç kimse
yoktur. Ey insanlar! Hâlâ ibret ve öğüt almayacak mısınız? Sâvî şöyle der: Yüce Allah kâfirleri dört sıfatla niteledi.
Birincisi: Hevâ ve,
hevese, tapma. İkincisi, bilmelerine rağmen
sapmaları. Üçüncüsü, kulaklarının ve kalplerinin mühürlenmesi. Döndüncüsü, gözlerini üzerine perde çekilmesi. Bu
sıfatlardan herbiri, sapıklığı gerektirir. Dolayısıyla
onlara hiçibir şekilde hidayet ulaştırılamaz.[41]
Bundan sonra Yüce Allah müşriklerin, her şeye gücü yeten, herşeyi bilen ilâhı ve kıyameti inkâr etmek suretiyle
şüpheye düştüklerini anlatmak üzere şöyle buyurdu:[42]
24. Müşrikler
dediler ki, bu dünya hayatından başka hayat yoktur. Burada bir kısmınız ölür,
bir kısmınız yaşar. Ne âhiret, ne öldükten sonra
dirilme, ne de haşir vardır. İbn Kesir şöyle der: Bu
söz, Dehriyyûnun yani zamana inanan kâfirlerin ve
âhireti inkâr hususunda onlarla aynı görüşte olan
müşrik Arapların sözüdür. Maksatları şudur: Bu dünyadan başka hiçbir yurt
yoktur. Bir kavim ölür, diğer bir kavim yaşar. Ne bu dünyanın sonu ne de kıyamet
vardır. Bu, Allah'ı inkâr eden ve her o tuzaltıbin
senede bir, her şeyin tekrar eski haline geleceğine inanan dehriyyûn felsefecilerin görüşüdür.[43]
Bizi ancak, zamanın geçmesi ve günlerin birbirini
takip etmesi öldürür. Fahreddin Râzî şöyle der: Onlar bu sözleriyle şunu demek istiyorlar:
Hayatın ve ölümün sebebi, tabiat olaylarının etkileri ve feleklerin
hareketleridir. İstediğini yapan bir yaratıcının isbatına gerek yoktur. Bu grup, hem Allah'ı, hem de kıyameti
ve Öldükten sonra dirilmeyi inkâr etmişlerdir.[44]
Yüce Allah onlara cevap olsun
diye şöyle buyurdu: Onların aklî veya naklî
bir dayanakları yoktur. Onun içindir ki, delilsiz ve hüccetsiz olarak Allah'ı
inkâr ettiler. Onlar sadece, kuruntulu ve hayalci bir kavimdir. Kesin bilgileri
olmadığı halde, zan ile konuşuyorlar. [45]
25. Müşriklere
Kur'an'ın, öldükten sonra dirilmeye ve haşre delâlet eden apaçık âyetleri okunduğunda, açık gerçeği
savma hususunda tutanakları sadece, "söylediğiniz doğru ise önceki atalarımızı
bize diriltin" demeleri olmuştur. Onların bâtıl sözlerine alay yoluyla hüccet
yani tutanak denildi. [46]
26. Ey
Muhammedi Onlara de ki: Siz bir damla meni iken, başlangıçta sizi yaratan
Allah'tır. Ecelleriniz geldiğinde sizi öldürecek olan da O'dur. Yoksa, iddia
ettiğiniz gibi, siz zamanın hükmüyle yaşatılıp öldürülecek değilsiniz, Sizi
dünyada yaşattığı gibi, öldükten sonra da hesap ve ceza için diriltecektir.
Kuşkusuz, yoktan yaratabilen tekrar diriltmeye de kadirdir. Hikmet ve meydana
gelmesinde şüphe bulunmayan kıyamet günü, hesap ve ceza için toplanmayi gerektirir. Fakat insanların çoğu, cahillikleri,
fikir ve görüş kısırlıklarından dolayı Allah'ın gücünü bilmezler, dolayısıyle öldükten sonra dirilmeyi ve hesabı inkâr
ederler.
Yüce Allah, haşir ve neşrin mümkün
olduğunu açıkladıktan sonra, kıyamet günündeki halleri genişçe anlatmak üzere
şöyle buyurdu: [47]
27. Yüce Allah,
ulvî ve süflî bütün kâinatın sahibi ve mâlikidir. Kıyamet gününde, Allah'ın âyetlerini inkâr
eden kâfirler hüsrana uğrayacaklardır. [48]
28. Ey Muhatap!
O gün, her ümmeti, şiddetli korkudan dolayı dizüstü
çökmüş görürsün. Onların bu durumu, hakim huzurunda, korkak ve zelil bir şekilde
duran hasımların durumuna benzer. İbn Kesîr şöyle der:
Bu durum, cehennem getirildiği zaman olur. Cehennem öyle bir ses çıkarır ki,
dizi üzerine çökmeyen hiç kimse kalmaz.[49]
O ümmetlerden her biri, içinde amellerinin yazılı bulunduğu sayfalara çağrılır.
Onlara şöyle denir: Bu korkunç günde, yaptığınız iyi veya kötü amellerin
karşılığını alacaksınız. [50]
29. Bu, amel
defterinizdir. Artırma ve eksiltme olmaksızın, sizin için hak ile şahitlik
edecektir. İbn Cüzey şöyle
der: Eğer denilirse ki, Allah, "kitap" yani "amel defteri"ni, bir defa onlara
bir defa da kendisine izafe etti. Bu nasıl olur?. Buna şöyle cevap verilir:
"Yüce Allah, onların amelleri o kitapta bulunduğu için, kitabı onlara izafe
etti. Kitabın sahibi kendisi bulunduğu ve onu yazmaları için meleklere emir
veren o olduğu için de, kitabı Allah'a izafe etti.[51]
Amellerinizin yazılmasını ve aleyhinize
kayda geçirilmesini meleklere
emrediyorduk. Tefsirciler şöyle der: Burada Fiili, "yazarsın" manasınadır.
Nesh hakikatte, "bir asıldan başka bir şeye nakletmek"
manasınadır. İbn Abbâs şöyle
der: Melekler, kulların amellerini yazar. Sonra bu amelleri göklere çıkarırlar.
Amellerin toplandığı dîvânda görevli melekler, hafaza
meleklerinin yazdığını, kulları yaratmadan önce, Allah'ın onlar üzerine ezelde
yazdığından her Kadir gecesinde Levh-ı mahfûz'dan
kendilerine gösterilenlerle karşılaştırırlar. Allah ezelde yazdığını, ne bir
harf artırır, ne de bir harf eksiltir. İşte âyetteki istinsahtan maksat budur.
İbn Abbâs şöyle derdi: Siz
Arap değil misiniz? İstinsah, asıldan başka bir yerden yapılır mı?[52]
Bundan sonra Yüce Allah, itaat ve isyan edenlerden herbirinin durumunu açıklamak üzere şöyle buyurdu: [53]
30. Dünya
hayatında Allah'tan korkan sâlih mü'minlere gelince Allah onları cennete sokacaktır. Cennet,
Allah'ın rahmetinin indiği yer olduğu için, ona "rahmet" denildi. İşte büyük
kazanç budur. Bu, öyle apaçık bir kazançtır ki, ondan öte kazanç yoktur. [54]
31. Kâfirlere
gelince, kınamak ve azarlamak için, onlara: "Peygamberler size Allah'ın
âyetlerini okumuyorlar mıydı?" Kibirlenip o âyetlere inanmadınız. Onları
dinlemekten yüzçevirdiniz. Çok suç işleyen bir kavim
oldunuz. [55]
32. Size,
"Öldükten sonra dirilmek, kuşkusuz olacaktır, kıyamet de kopacaktır, bu hususta
herhangi bir şüphe yoktur" denildiğinde Aşırı kibirinizden dolayı "O nedir? Hak mı, yoksa bâtıl mı?"
dediniz. Beyzâvî şöyle der: Müşrikler kıyametin
kopmasını garip ve uzak gördükleri ve onu inkâr ettikleri için böyle dediler.[56]
Biz ona inanmıyoruz. Fakat insanların, bir âhiretin
var olduğunu söylediklerini duyuyor ve onun hakkında bir takım tahminler
yürütüyoruz. Biz âhirete kesin inananlar değiliz. Bu,
müşriklerden, kıyameti inkârları için bir pekiştirmedir. [57]
33. Âhirette, çirkin amelleri onlara görünecektir. Dünyada alay
ettikleri azap, inip onları kuşatacaktır. [58]
34. Onlara
şöyle denilin Âhiret günü için bir azık olan itaati
yapmayıp terkettiğiniz gibi, bugün biz de sizi
azap içinde terkedip unutan
kimsenin yaptığı gibi muamele
edeceğiz. Sizin karar kılıp kalacağınız yer cehennem ateşidir. Size
yardım edecek ve sizi Allah'ın azabından kurtaracak kimseniz yoktur. [59]
35. Bu cezayı
size, Allah'ın kelamıyla alay edip onu eğlenceye aldığınız için verdik. Dünya,
zînet-leri ve bâtıl
şeyleriyle sizi aldattı. Sonunda, bu dünya hayatından başka bir hayat
olmadığını, öldükten sonra ne dirilme, ne de haşir olmayacağını sandınız. O gün
onlar cehennemden çıkarılmazlar. Tevbe ve itaat etmek
suretiyle, Rablerini razı etmeleri de onlardan istenmez. Çünkü o gün, bunların
bir faydası olmaz. [60]
36. Netice
olarak, bilesiniz ki, hamd Allah'a mahsustur. Ondan başka hiçkimse hanide layık değildir. Çünkü, kâinatın ve bütün
mahlûkâtm yaratıcısı ve sahibi O'dur. [61]
37. Göklerde ve
yerde büyüklük, azamet, ebedî kalış ve kemâl O'nundur. O galiptir, mağlûp
edilemez. Sanatında, yaptığında ve idaresinde hikmet sahibidir. [62]
Edebî Sanatlar
Bu mübarek sûre birçok edebî
sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz:
1. Kuşkusuz,
göklerde ve yerde alâmetler vardır" cümlesi, ve edatlarıyla pekiştirilmiştir.
Çünkü Muhataplar, Allah'ın birliğini inkâr edenlerdir.
2. "Vay haline,
her çok yalancı ve çok günahkâr kişinin!" cümlesinde mübalağa ifâde eden kipler
kullanılmıştır. Çünkü Jüi ve kalıpları, mübalağa ifade
eden kalıplardandır.
3. "Onu elem
verici bir azapla müjdele" cümlesinin üslûbu, alay üslubudur. Zira müjde,
hayırlı şeylerle olur. Onu şer işlerde kullanmak ise alaydır.
4. "Allah'ın
gökten indirdiği rızıkta.." cümlesinde mecâz-ı mürsel vardır. Rızıktan maksat
yağmurdur. Bu mecâz-ı mürselin alâkası, müsebbebiyet (sonuç) tir. Çünkü gökten rızık inmez. Fakat gökten, bitki ve rızkın çıkmasına sebep
olan yağmur iner.
5. "Sanki
onları hiç duymamış gibi, büyüklük taslayarak diretir" âyetinde teşbîh-i mürsel vardır. Kâfir, sanki Kur'an
âyetlerini işitmemiştir.
6. "Bu bir
hidâyettir" âyetinde, mastar zikredilerek mübalağa yapılmıştır. Delilinin
açıklığı nedeniyle, Kur'an, sanki hidayetin
kendisidir.
7. "Denizi
sizin emrinize verdi..." âyetinden sora » Göklerde ve yerde olanları sizin
emrinize verdi" âyeti getirilerek lafzın tekrarlanmasıyla ıtnâb yapılmıştır. Yüce Allah, verdiği nimeti açıklamak
için böyle yapmıştır.
8. "Sen şeriata
uy. Bilmeyenlerin isteklerine uyma" âyetinde tıbâk-ı
selb vardır.
9. "Onları
rahmetine sokai"" cümlesinde, mecâz-ı mürsel vardır. Rahmet'ten maksat cennettir. Zira cennet,
Allah'ın rahmetinin indiği yerdir.
10. Kim sâlih amel işlerse, kendisinedir" ile " Kim kötülük
yaparsa,.bu da onun aleyhinedir" âyetleri arasında tıbâk vardır. Aynı şekilde ölürüz ile yaşarız ve sizi
yaşatır ile
sizi öldürür arasında tıbâk vardır.
11. "Bu, bizim
kitabımızdır. Sizin hakkınızda gerçeği söylüyor" âyetinde istiâre-i tasrîhiyye vardır. "Aleyhinizde şahitlik ediyor" demektir.
Burada istiare, hakikatten daha beliğdir. Çünkü kitabın, beyanda bulunarak
yaptığı şahitliği; insanın, diliyle yaptığı şahitlikten daha
kuvvetlidir.
12. "O gün
onlar, cehennemden çıkarılmazlar." âyetinde iltifat sanatı vardır. Kâfirleri
muhatap mertebesinden düşürmek için, II. şahıstan III. şahsa
dönülmüştür,
13. "Siz,
bugüne kavuşacağınızı nasıl unutmuşsanız, biz de bugün sizi unatacağız." âyetinde istiâre-i temsîliye vardır. Yüce Allah, onların azapta
bırakılmalarını, istiâre-i temsîliyye yoluyla, bir
yerde hapsedilip sonra da gardiyan tarafından unutulup yiyecek ve içecek
verilmeyen, neticede ölen kimseye benzetti. Âyetten maksat şudur: Sizi, azap
içersinde bırakacağız ve unutan kimsenin muamelesi gibi muamele edeceğiz. Çünkü
Yüce Allah unutmaz ve O'na unutkanlık arız olmaz.
Allah'ın yardımıyle "Câsiye Sûresi"nin
tefsiri bitti. [63]
[1] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/33.
[2] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/34.
[3] Hakka sûresi, 69/28
[4] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/37-38.
[5] Geniş bilgi için bkz, Bu
tefsir, Bakara sûresi'nin ilk âyeti.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat:
6/38.
[6] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/38.
[7] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/38.
[8] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/38.
[9] Muhtasar-ı İbn Kesîr,
3/308
[10] Sâvî Haşiyesi,
4/63
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat:
6/38-39.
[11] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/39.
[12] Tefsîr-i Kebîr, 27/261
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat:
6/39.
[13] Teshîl, 4/38
[14] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/39.
[15] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/39.
[16] Ebussuûd,
5/58
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat:
6/39-40.
[17] Keşşaf, 4/227
[18] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/40.
[19] Kurtubî,
16/160
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat:
6/40.
[20] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/40-41.
[21] Tefsîr-i kebîr, 27/263
[22] Muhtasar-ı İbn Kesîr,
3/309
[23] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/41.
[24] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/41.
[25] Sâvî Haşiyesi,
4/65
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat:
6/41.
[26] Cemel Haşiyesi,
4/116
[27] Tefsîr-i kebîr, 27/265
[28] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/41-42.
[29] Beyzâvî Haşiyesi,
3/323
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat:
6/42.
[30] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/42.
[31] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/42.
[32] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/45.
[33] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/46.
[34] Buna Mukâtil rivayet etmiştir.
Kurtubî'de de böyledir. Bkz.
16/170.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat:
6/46.
[35] Secde sûresi, 32/18
[36] Kurtubî, 16/166
[37] Muhtasar-ı İbn Kesir,
3/311
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat:
6/46-47.
[38] Beyzâvî Haşiyesi,
3/325
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat:
6/47.
[39] Bahr, 8/48
[40] Nemi sûresi, 27/14
[41] Sâvî Haşiyesi,
4/67
[42] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/47-48.
[43] Muhtasar-ı İbn Kesîr,
3/311
[44] Tefsîr-i kebîr, 27/275
[45] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/48.
[46] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/48.
[47] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/48-49.
[48] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/49.
[49] Muhtasar-ı İbn Kesîr,
3/312
[50] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/49.
[51] Teshfl, 4/40
[52] Ebû Hayyân, Bahr, 8/51, Muhtasar-ı
jbn Kesîr, 3/313
[53] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/49.
[54] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/50.
[55] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/50.
[56] Cemel Haşiyesi,
4/122
[57] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/50.
[58] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/50.
[59] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/50.
[60] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/50.
[61] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/50.
[62] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/51.
[63] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/51-52.
Kaydol:
Kayıt Yorumları
(
Atom
)
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder