CUM'A SURESİ
. 5
CUM'A SURESİ
Medine'de inmiştir. 11
âyettir.
Takdim
Bu mübarek sûre Medine'de İnmiş
olup ahkâm âyetlerini kapsamaktadır. Sûrenin, etrafında döndüğü ana konu,
Allah'ın mü'minlere farz kıldığı Cum'a namazının hükümlerinin açıklanmasıdır.
Bu mübarek sûre, peygamberlerin
sonuncusu Hz. Muhammed (a.s.)'in peygamber olarak
gönderilişini ele alır. Onun, Allah'ın lütfettiği bir rahmet olduğunu açıklar.
Yüce Allah Arapları onunla şirk ve sapıklık karanlıklarından kurtardı.
İnsanlığı onunla şereflendirdi. İnsanlık daha önce karanlıkta yalpalarken, onun
peygamberliği, toplumun hastalıklarına bir deva ve merhem oldu.
Sonra bu sûre yahudileri ve onların Allah'ın şeriatinden döndüklerini anlatır. Şöyle ki, onlar, Tevrat'ın
hükümleriyle amel etmekle yükümlü kılındılar, fakat onlar bundan yüzçevirip uygulamadılar. Onlar için eşeği darb-ı mesel getirdi. Bu eşek, sırtında büyük ve faydalı
kitapları taşır, fakat eline yorgunluk ve meşakkatten başka bir şey geçmez. İşte bu, bedbahtlık ve helakin son
derecesidir.
Daha sonra bu sûre, Cum'a namazının hükümlerini ele alır. Mü'min-leri, bu namazı eda etme
yarışına çağırır. Ezan vaktinde alışveriş yapmayı onlara haram kılar.
Münafıkların yaptığı gibi, namazı bırakıp ticaretle meşgul olmaktan sakındırarak
sona erer. Münafıklar namaza kalktıklarında ağır alıp tembel tembel kalkarlar. [1]
Bismillâhirrahmânirrahîm
1.
Göklerde ve yerde
olanların hepsi, mülkün sahibi, mukaddes, aziz, hakîm olan
Allah'ı teşbih eder.
2. Ümmîler arasından,
kendilerine âyetlerini
okuyan, onları temizleyen,
onlara kitabı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderen O'dur.
Halbuki onlar önceden apaçık bir sapıklık içindeydiler.
3. (Bu
Peygamber) mü'minlerden henüz kendilerine katılmamış
bulunan diğer insanlara da onu öğretir. Allah, azizdir, hakimdir.
4. Bu, Allah'ın
lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah, büyük lütuf
sahibidir.
5. Kendilerine
Tevrat yükletilen sonra onunla amel
etmeyenlerin durumu, koca koca kitaplar taşıyan
merkebin durumu gibidir. Allah'ın âyetlerini yalanlamış olan kavmin durumu ne
kötüdür, Allah, zâlimler topluluğunu doğru yola iletmez.
6. De ki: Ey
Yahudiler! Diğer insanların değil de yalnız kendinizin Allah'ın dostları
olduğunuzu sanıyorsanız, bu iddianızda samimî iseniz haydi ölümü temenni edin
(bakalım).
7. Ama onlar,
önceden yaptıklarından dolayı ölümü asla temenni etmezler. Allah, zâlimleri çok
iyi bilir.
8. De ki: Sizin
kendisinden kaçtığınız ölüm, muhakkak sizi bulacaktır. Sonra da görüleni ve
görülmeyeni bilen Allah'a döndürüleceksiniz de O size bütün yaptıklarınızı
haber verecektir.
9. Ey îman
edenler! Cum'a günü namaza çağırıldığı (ezan
okunduğu) zaman, hemen Allah'ı anmaya koşun ve alış verişi bırakın. Eğer siz
bilen kimseler iseniz elbette bu, sizin için daha hayırlıdır.
10. Namaz
bitince yeryüzüne dağılın ve Allah'ın lütfundan
isteyin. Allah'ı çok zikredin, umulur ki kurtuluşa erersiniz.
11. Onlar bir
ticâret ve eğlence gördükleri zaman hemen dağılıp ona giderler ve seni ayakta
bırakırlar. De ki: Allah'ın yanında bulunan, eğlenceden ve ticâretten daha
yararlıdır. Kuşkusuz Allah rızık verenlerin en hayırlisıdir.
Kelimelerin İzahı
Ümmiyyîn,
Peygamber (s.a.v) ile aynı asırda yaşayan Araplar demektir. Okuma yazma bilmeme
mânâsına gelen "ümmîlik"le şöhret buldukları için
kendilerine bu isim verilmiştir.
Onları temizler. Bu kelime şirk ve
günah kirinden temizle mek mânâsına gelen den
türetilmiştir.
Esfâr, büyük
kitap mânâsına gelen kelimesinin çoğuludur. Şair şöyle der:
Onlar kitap hamallarıdır. Onların,
kitapların iyisi hakkında bilgileri yoktur. Onların bilgisi eşeklerin bilgisine
benzer. Yemin olsun ki, eşek sabah akşam yük taşır, fakat çuvalların içinde ne
olduğunu bilmez. [2]
Yahudiliği din edindiler. Ayrılıp döndüler. [3]
Nüzul Sebebi
Câbir
(r.a.)'in şöyle dediği rivayet olunur: Bir cum'a günü
Rasulullah (s.a.v) ayakta hutbe okurken, Medine'ye bir
kervan çıkageldi. Rasulullah (s.a.v)'ın Ashabı (r.anhum) hemen kervana
koştular. Ashâbdan sadece oniki kişi kaldı. Ben, Ebubekir ve
Ömer bu oniki kişinin içinde idik. Bunun üzerine Yüce
Allah, "Onlar bir ticaret ve eğlence gördüklerinde hemen dağılıp oraya giderler
ve seni ayakta bırakırlar" mealindeki âyeti indirdi.[4]
Âyetlerin Tefsiri
1. Kâinatta
bulunan insan, hayvan, bitki ve cansız varlıkların hepsi Yüce Allah'ı takdis
eder, ta'zîm eder ve noksan sıfatlardan uzak tutar.
teşbih eder" şeklindeki geniş zaman kipi yenilenme ve devamlılık ifade etmek
içindir. Yani, bu, sürekli devam eden bir teşbihtir, dili O ilah, her şeyin
sahibidir. Meydana getirmek ve yok etmek suretiyle yaratmada tasarruf
sahibidir. Noksanlardan uzak tutulan ve olgunluk sıfatlarıyla nitelenendir.
Mülkünde güçlü, yaptığında hikmet sahibidir.
[5]
2. OYüce Allah, rahmeti ve hikmetiyle, "Araplar içinde
onlardan, kendileri gibi ümmî, okuma yazma bilmeyen bir peygamber gönderendir.
Tefsirciler şöyle der: Araplar okuma yazma bilmedikleri için onlara "ümmîler"
denilmiştir. Arapların ümmî oldukları meşhurdur. Nitekim Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Biz ümmî bir
milletiz. Yazmayı ve hesabı bilmeyiz"[6]
Rasulullah (s.a.v) bütün insanlığa gönderilmiş bir
peygamber olduğu halde, sadece "ümmîler içinde gönderildi" denilmesinin hikmeti,
Arapları şereflendirmektir. Zira Rasulullah
(s.a.v)'ın onlardan olduğu ifade edildi. Bu, şeref
olarak Araplara yeter. « Bu Peygamber onlara Kur'ân
âyetlerini okur, onları inkâr ve günah kirlerinden temizler. ibn Abbas şöyle der: İman
sayesinde onları temiz kalpli yapar.[7]
Onlara, okunan âyetleri ve peygamberin pak sünnetini öğretir. Durum şu ki,
onlar, Muhammed (a.s) kendilerine gönderilmeden önce hak yoldan apaçık bir
şekilde sapmışlardı. İbn Kesîr der ki: Yüce Allah
Hz. Muhammed (a.s.)'i peygamberlerin gönderilmediği
ve yollardan uzaklaşıldığı bir dönemde gönderdi. O
zaman ona ihtiyaç çok idi. Araplar daha önce Hz.
İbrahim'in (a.s.) dinine bağlı idiler. Daha sonra onu değiştirip bozdular,
tevhid yerine şirki, yakîn
yerine şekki getirdiler ve Allah'ın izin vermediği birçok bid'atlar uydurdular. Ehl-i kitab da böyleydi. Onlar da kitaplarını tahrif edip
değiştirdiler. İşte bunun üzerine Yüce Allah, Hz.
Muhammed (s.a.v.)'i kapsamlı, mükemmel ve yüce bir şeriatla gönderdi. Bu
şeriatta hidâyet ve insanların yaşarken ve ölünce muhtaç oldukları her şeyin
izahı vardır. Yüce Allah bütün güzellikleri Hz.
Muhammed (a.s.)'de topladı, öncekilerden ve sonrakilerden hiçkimseye vermediği şeyi ona verdi.[8]
3. Yüce Allah
bu Peygamberi, o ümmîlerin zamanında bulunmayıp da daha sonra gelecek olan
diğer kavimlere de göndermiştir. Bunlar, kıyamete kadar müslüman olanların hepsidir. Sâvî
der ki: Yani o, zamanında var olan mü'minlere
gönderildiği gibi, onlardan sonra gelecek olanlara da gönderilmiştir. Onun
peygamberliği sadece kendi zamanında var olanlar için değil, aksine hem onları,
hem de onların dışında kıyamete kadar gelecek olanları kapsar.[9]
Ebû Hureyre'den (r.a.)
rivayet edilen bir hadiste o şöyle demiştir: Biz, Hz.
Peygamber (a.s)'in yanında oturuyorduk. Bu sırada Cum'a sûresinin "Mü'minlerden
henüz onlara katılmamış olan diğer insanlara da..." mealindeki âyeti indi: " Ey
Allah'ın Kasulü! Bunlar kimlerdir?" dediler. Ebû Hureyre der ki: "Selmân-ı Fârisî de aramızda idi. Rasulullah (s.a.v) elini Selmân'in
üzerine koyup şöyle buyurdu: "İman, Süreyya yıldızının yanında da olsa,
bunlardan bir grup insan mutlaka onu elde ederdi.[10]
Bu âyeti tefsir ederken Mücâhid şöyle der: Bunlar yabancılar
ve Arab'ın
dışında Peygamber (a.s)'e iman eden herkestir.[11]
O, mülkünde güçlü ve galip, yaptıklarında hikmet sahibidir. [12]
4. insanlığın
efendisine has olan bu şeref yani onun bütün insanlara peygamber gönderilmesi,
Kur'ân'm Arapça inmesiyle Allah'ın Arapları
şereflendirmesi ve son peygamberi onlara göndermesi Allah'ın bir lütfudur. Onu, dilediklerine verir. «. Yüce Allah, dünyada
ve âhirette bütün yarattıklarını kapsayacak engin
lütuf sahibidir.
Bundan sonra Yüce Allah, yahudileri yermeye başladı. Allah onları Tevrat ile şerefiendirmişti de onlar bundan yararlanmamış ve onu uygulamatruşlardı. Dolayısıyle
Yüce Allah onları kitap taşıyan eşeklere benzeterek şöyle buyurdu: [13]
5. Kendilerine
Tevrat verilen ve onun içindekileri yapmakla mükellef kılman, sonra da onunla
amel etmeyip hidayet ve nurundan faydalanmayan yahudilerin durumu, faydalı büyük kitaplar taşıyan
eşeklerin durumuna benzer ki eşeğin eline bu kitaplardan yorgunluk ve
meşakkatten başka bir şey geçmez. Kurtubî şöyle der: Yüce Allah, amel etmedikleri halde
ellerinde Tevrat bulunan yahudileri, kitap taşıyan
eşeğe benzetti. Eşek, boş yere ağır bir yük taşımaktan başka bir şey elde
edemez. Onları taşırken yorulur fakat içindekilerden faydalanamaz.[14]
Şeyhzâde şöyle der: Yüce Allah yahudileri yerdi. Şu sebeple ki onlar, Tevrat'ı okuyan ve
içindekileri bilen kimselerdir. Ve bu Tevrat'ta Hz.
Muhammed (a.s.)'in doğruluğunu ve ona imanın vacip olduğunu gösteren âyetler
vardır. Fakat onlar kendilerini dünya ve âhiret
bedbahtlığından kurtaracak bu âyetlerden faydalanmadılar. İşte bu sebeple Allah
onları, ilim ve hikmet kitaplarını taşıyıp da. Onlardan faydalanamayan eşeğe
benzetti. Burada benzetme yönü, son derece faydalı bir şeyden, yorgunluk ve
meşakkat çekildiği halde, mahrum kalmaktır.[15]
Yahudiler hakkında getirmiş
olduğumuz bu misal, Allah'ın, Muhammed'in peygamberliğini gösteren âyetlerini
yalanlayan kavim için ne kötü bir misaldir.[16]
Yüce Allah zalim ve fâsık olan kimseyi imana giden
yolu gösterip hayra muvaffak kılmaz. Ata şöyle der: Bunlar, peygamberleri
yalanlayarak kendilerine zulmeden kimselerdir12
zulmeden kimselerdir.[17]
Bundan sonra Yüce Allah, Allah'ın
dostları .olduklarını iddia eden Yahudileri yalanlamak üzere şöyle buyurdu:[18]
6. Ey Muhammed!
Yahudileşen ve yahudi dinine sarılan o kimselere de
ki: Eğer iddia ettiğiniz gibi, diğer insanlar değil de sadece siz gerçekten
Allah'ın dostları iseniz ve bu iddianızda da doğru iseniz, Allah'tan sizi
öldürmesini isteyin ki, dostları için hazırlanmış olan ikram yurduna hemen nak-ledilesiniz. Ebussuud şöyle der: Yahudiler, "Biz Allah'-ın oğulları ve dostlarıyız"[19]
diyor ve âhiret yurdunun Allah katında sadece
kendilerine ait olduğunu iddia ediyorlardı. Ayrıca "Yahudilerden başka hiçkimse cennete girmeyecek"[20]
diyorlardı. Dolayısıyle Yüce Allah, onların
yalanlarını açığa çıkarması için, Peygamberine şöyle demesini emretti: Eğer
böyle sanıyorsanız ölümü isteyin ki, musibet yurdundan ikram yurduna taşmasınız.
Çünkü, kendisinin cennetliklerden olduğuna kesin inanan kimse, bu meşakkat yeri
olan yurttan kurtulup oraya gitmeyi ister.'[21]
Yüce Allah onları rezil etmek ve yalanlarını açıklamak üzere şöyle buyurdu: [22]
7. Daha önce
inkâr ettikleri ve günah işledikleri, Muhammed (s.a.v)'i yalanladıkları için
hiçbir durumda ölümü temenni etmezler. Hadiste şöyle buyrulmuştur: Canım kudret elinde olan Allah'a yemin olsun
ki, eğer ölümü temenni etselerdi, yeryüzünde hiçbir yahudi kalmaz, hepsi ölürdü.[23]
Âlûsî şöyle der: Onlardan hiçbiri Ölümü temenni
etmedi. Çünkü onlar Hz. Muhammed (s.a.v.)'in
doğruluğuna kesinlikle inanıyorlar ve ölümü temenni ettikleri takdirde derhal
öleceklerini biliyorlardı. Bu, mucizelerden biridir. Yahudilerin ölümü temennî
etmeyecekleri, Bakara sûresinde lafzı ile ifade edilmiştir. Meşhur görüşe göre
bu, "sanatta çeşitleme" babındandır.[24]
Allah onları ve onlardan meydana gelen çeşitli zulüm ve isyanları bilendir.
Burada Yüce Allah, yahudileri yermek ve zalim
olduklarını tescil etmek için, " onları" zamiri yerine, " zalimleri" açık
ismini getirmiştir.[25]
8. Ey Muhammed!
Onlara de ki: Kendisinden kaçtığınız, dilinizle dahi istemekten korktuğunuz bu
ölüm, çaresiz kesinlikle başınıza gelecektir, ondan kaçmak size bir fayda
sağlamaz. Nitekim Yüce Allah meâlen şöyle
buyurmuştur: "Nerede olursanız olun, Ölüm. size ulaşır. Sarp ve sağlam kalelerde
olsanız bile"[26] Çünkü o kesin bir kaderdir. Korkunun ecele
faydası yoktur. Sonra, kendisine hiçbir şey gizli kalmayan Allah'a
döndürüleceksiniz. O size amellerinizin karşılığını verecektir. Burada bir
tehdit ve korkutma vardır.
Bundan sonra Yüce Allah, Cum'a namazının hükümlerini açıklamak üzere şöyle
buyurdu: [27]
9. Ey, Allah ve
Rasulüne inanan mü'minler
topluluğu! Müezzinin Cum'a namazı için ezan okuyup
seslendiğini işittiğinizde, Cum'a hutbesini dinlemeye
ve namazı eda etmeye gidin, alış-verişi bırakın. Zararlı ticareti bırakıp, kârlı
ticarete koşun. İbn Cüzeyy
şöyle der: Âyette geçen den maksat, koşmak değil yürümektir.[28]
Çünkü hadiste şöyle buyrulmuştur: "Namaz kılınırken ona koşarak gelmeyin,
yürüyerek gelin, sükunet ve vakaranızı koruyun"[29]
Hasan Basrî de şöyle der: Vallahi bu ayaklarla koşmak
değildir. Çünkü müslümanların, sekinet ve vakar olmaksızın namaza gelmeleri yasaklandı.
Fakat bu, kalben, niyetle ve huşu içersinde koşmaktır.[30]
Eğer doğru bilgi ve akl-ı selim sahibi iseniz, bilin
ki, bu Allah rızasına koşma ve alış-verişi bırakma, sizin için dünya
ticaretinden daha hayırlı ve faydalıdır. Çünkü âhiretin faydası daha yüce ve kalıcıdır. [31]
10. Namazı eda
edip bitirdiğinizde, ticaret ve ihtiyaçlarınızı temin için yeryüzüne dağılırı.
Allah'ın lütuf ve ihsanından isteyin. Çünkü rızık
O'nun elindedir. O, ihsan ve lütuf sahibidir. Çalışanın çalışmasını zayi etmez ve isteyenin ümidini
boşa çıkarmaz. Rabbinizi, sadece namaz vaktinde değil, her zaman, dil ve kalple
zikredin. dünya ve âhiret hayrını kazanasınız. Saîd b. Cübeyr şöyle der: Allah'ı
zikir demek, O'na itaat etmek demektir. Allah'a itaat eden O'nu zikretmiş olur.
İtaat etmeyen, çokça teşbih çekse bile. Onu zikretmiş sayılmaz.[32]
Bundan sonra Yüce Allah, bir grup
insanın, fani dünyayı sonsuz olan âhirete tercih
ettiğini ve ondan üstün tuttuğunu haber vererek şöyle buyurdu: [33]
11. Bu âyet,
Cum'a günü Rasulullah
(s.a.v)'ı, hutbe okurken ayakta bırakıp yanından ayrılan bazı Sahâbî-leri (r.anhum) kınamaktadır. Yani, Ey Muhammedi Onlar kârlı bir
ticaret, gelen bir alış-veriş veya dünya eğlence ve zinetinden bir şey işittiklerinde
seni bırakıp ona dönerler ve seni, hutbe
okurken minberde ayakta bırakırlar. Yüce Allah, zamiri, eğlence değil de ticaret
için kullandı. Çünkü ticaret daha önemlidir, asıl maksat da odur. Tefsirciler
şöyle der: Rasulullah (s.a.v) Cuma günü, minberde
ayakta hutbe okuyordu. O sırada, Şam'dan Dihyetu'l-Kelbî'nin getirdiği
yiyecek yüklü bir kervan geldi. O zaman Me-dineliler açlık ve pahalılık içinde kıvranıyorlardı.
Arapların âdeti, sevinç göstermek için, kervanın şehre davul ve sevinç naraları
içinde girmesidir. İşte bu kervan da bu şekilde girince mescittekiler ona
koştular ve Rasulullah (s.a.v)'ı minberde ayakta
bıraktılar. Yanında sadece 12 kişi kaldı. Câbir b.
Abdillah, (r.a.) "Ben onlardan biriydim" der. İşte bu
olay üzerine bu âyet indi. İbn Kesîr şöyle der: Şurası
bilinmelidir ki bu olay, Rasulullah (s.a.v)'ın cuma günü, bayram namazlarında olduğu gibi, namazı
hutbeden önce kıldırdığı dönemde meydana gelmiştir. Nitekim Ebû Davud bunu böyle rivayet
etmiştir.[34]
Ey Muhammedi Onlara de ki: Allah katındaki sevap ve nimet, elde ettiğiniz
ticaret ve eğlenceden daha iyidir, Allah rızık veren
ve lütufta bulunanların en iyisi-dir. Öyleyse rızkı
O'ndan isteyin ve lütuf ve ihsanını elde etmek için O'n-dan yardım dileyin. [35]
Edebî Sanatlar
Bu mübarek sûre birçok edebî
sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz:
1. Kendilerine
Tevrat yükletilen, sonra onu taşımayanların durumu, koca koca kitaplar taşıyan merkebin durumu gibidir" âyetinde
teşbîh-i temsili vardır. Çünkü vech-i şebeh, birkaç şeyden alınmıştır. Yani, onların Tevrat'tan
faydalanamama hususundaki durumu, sırtında koca koca
kitaplar taşıyan ve bundan yorgunluk ve meşakkatten başka bir şey elde etmeyen
eşeğe benzer.
2. "Ölümü
isteyin" ile Onu asla istemezler" arasında tıbâk-ı
selb vardır.
3. arasında
tıbak vardır. Bu da güzelleştirici edebî
sanatlardandır.
4. "Bir ticaret
veya bir eğlence gördüklerinde" âyetinde, daha önemli olan önce zikredilerek
sanatta çeşitleme yapılmıştır. Asıl maksat ticaret olduğu için Yüce Allah onu
Önce zikretmiştir. Bundan sonra Yüce Allah, De ki, Allah'ın yanında bulunan,
eğlence ve ticaretten daha hayırlıdır" buyurdu. Burada Yüce Allah, ticaretten
önce eğlenceyi zikretti. Çünkü hiç fayda elde etmeden
yapılan zarar daha büyüktür. Dolayısıyle Yüce Allah, her iki yerde de, daha önemli olanı
önce zikretti.
5. "Satışı
bırakın" cümlesinde mecâz-ı mürsel vardır. Çünkü Yüce
Allah burada satışı zikretti; alış-veriş, kiralama ve diğer bütün muameleleri
kastetti. [36]
Bir Uyarı
Cuma günü, müslümanların namaz için toplanmalarından dolayı o güne
"Cuma" denilmiştir. Câhiliyye döneminde bu güne
"Rahmet günü" mânâsında denirdi. Nitekim Süheylî böyle
demiştir. Ona ilk defa Cuma ismini veren Ka'b b. Lüey'dir. Müslümanlara ilk cuma namazını kıldıran ise, Es'ad b. Zürâre'dir. Es'ad müslümanlara iki rekat namaz
kıldırdı ve onlara nasihat etti. Müslümanlar onun yanında toplanınca bu namaza
Cuma ismi verildi. Böylece bu İslamda ilk Cuma namazı
oldu.[37]
Faydalı Bilgiler
Irak b. Mâlik Cuma namazını
kıldığında dönüp caminin kapısında durur ve şöyle derdi: Ey Allah'ım! Davetine
uydum. Farzını kıldım. Bana emrettiğin gibi ayrıldım. Beni lütfundan rızıklandır. Sen rızık verenlerin en hayırhsısın.[38]
Bir Nükte
"Allah'ı zikre koşun" ifadesinde
şöyle bir nükte vardır: Müslümanın cuma namazına azim,
gayret, ciddiyet ve istekle gitmesi icâbeder. Çünkü
sa'y lafzı, ciddiyet ve azim ifade der. Onun içindir
ki Hasan Basrî şöyle demiştir: Vallahi bu sa'y, ayaklar üzerinde koşmak değildir. Bu, kalp ve niyetle
koşmaktır.
Allah'ın yardımıyle "Cum'a Sûresi'nin
tefsiri bitti. [39]
[1] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/431.
[2] Bahr, 8/266
[3] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/434.
[4] Buhârî, Tefsir, 62/2; Müslim,
Cum'a, 7/36-39. Bkz, Rûhu'I-meânî,
28/104
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/434.
[5] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/434.
[6] Buhârî, Müslim
[7] Kurtubî, r8/92
[8] Muhtasar-ı İbn Kesîr,
3/497
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/434-435.
[9] Sâvî Haşiyesi,
4/204
[10] Buhârî ve Müslim.
[11] Muhtasar-ı îbn Kesîr,
3/498
[12] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/435-436.
[13] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/436.
[14] Kurrubî, 18/95
[15] Beyzâvî Haşiyesi,
3/494
[16] Ben derim ki: Bu mübarek ayette, Kur’an’ın hükümlerini tatbik etmediğimiz ve gerğini yapmadığımız takdirde biz müslümanlara tariz vardır. Bu, Arapların "kızım san
söylüyorum, gelinim sen anla" manasındaki sözlerine benzer.
[17] Tefsir-i Kebir, 29/5
[18] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/436-437.
[19] Mâide Sûresi, 5/18
[20] Bakara sûresi, 2/111
[21] Ebussuud, 5/163
[22] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/437.
[23] VaryamUçin bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned 1/248 Kurtubî, 18/96
[24] Rûhu'l-meânî, 28/96
[25] Ebussuud,
5/163
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/437.
[26] Nisa sûresi, 4/78
[27] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/437-438.
[28] Teshil, 4/119
[29] Kütüb-iSitte
[30] Kurtubî, 18/103
[31] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/438.
[32] Beyzâvî Haşiyesi,
3/496
[33] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/438.
[34] Hadis için nuzûl sebebi
bölümüne bakınız. Muhtasar-ı İbn Kesîr,
3/502
[35] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/438-439.
[36] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/439-440.
[37] PÛhu'l-meânî, 28/100
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/440.
[38] Kurtubî,
18/108-109
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/440.
[39] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/440.
Kaydol:
Kayıt Yorumları
(
Atom
)
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder