TALÂK SÜRESİ

Hiç yorum yok
. 6

TALÂK SÜRESİ

Medine'de inmiştir. 12 âyettir.

Takdim

Talâk sûresi Medine'de inmiş olup eşlerin durumları ile ilgili bazı şer'î hükümleri ele alır. Bunlar talâk-ı sünnî ve bunun nasıl olduğu, talâka terettüp eden iddet, nafaka, oturacak yer, emzirene verilecek ücret gibi talâka ait hükümlerle sûrede bulunan diğer hükümlerdir.
Bu mübarek sûre, başlangıçta talâk hükümlerini yani talâk-ı sünnî ile talâk-ı bid'î hükümlerini ele alır. Evlilik hayatının devam etmesi imkânsız hale geldiğinde, mü'minlere yolların en güzeline girmelerini emreder ve eşi, uygun bir zaman ve meşru bir şekilde boşamaya çağırır. Ki bu da, mü'minin, eşini cinsî münâsebette bulunmadan temiz olarak boşamasıdır. Sonra onu iddeti bitene kadar terkeder.
Bu ilâhî yönlendirmede erkeklere yavaş hareket etmeye ve evlilik bağlarını koparma hususunda acele etmemeye çağrı vardır. Çünkü boşa­mak, Allah'ın en sevmediği helaldir, Zorlayıcı zaruretler olmasaydı, boşa­mak mubah kılınmazdı. Çünkü bu, ailenin yıkılması demektir.
Bu sûre iddetin sona erme zamanının tesbiti için onun sayılmasını emreder ki, soylar karışmasın ve boşanan hanımın müddeti uzayıp da bir za­rara uğramasın. Aym zamanda sûre, Allah'ın koyduğu sınırlarda durmaya ve emirlerine isyan edilmemeye çağırır.
Yine bu sûre, iddetin hükümlerini ele alır. Yaşlılık veya hastalıktan dolayı hayızdan kesilen kadının iddetini açıklar. Aynı şekilde âdet görme­yen küçük kadınların ve gebe kadınların iddetini, yönlendirme ve yol gös­terme ile en güzel bir şekilde açıklar.
Bu şer'î hükümler açıklanırken, bazan teşvik, bazan da korkutma yo­luyla "Allah'tan korkma" ya davet tekrarlanmıştır ki, eşlerden biri diğerine zulmetmesin. Aynı zamanda bu arada oturacak yer ve nafaka ile ilgili hü­kümler de açıklanmıştır.
Sûre, Allah'ın çizdiği sınırlan geçmekten sakındırarak sona erer. Allah'ın emirlerine karşı kibirlenip azgınlık
gösteren milletleri ve bunların tattığı ceza ve helaki misal olarak getirir. Daha sonra yedi kat göğün ve ye­rin
yaratılmasında Allah'ın kudretine işaret eder. Bütün bunlar, Âlemlerin Rabbinin birliğini gösteren delillerdir. [1]
Bismillâlıirrahmânirrahîm
1. Ey Peygamber! Kadınları boşamak istediğiniz zaman onları iddetleri içinde boşayın ve iddeti de sayın. Rabbiniz Allah'tan korkun. Apaçık bir hayâsızlık yap­maları hâli bir yana, onları evlerinden çıkarmayın, kendileri de çıkmasınlar. Bunlar Allah'ın sınırlarıdır. Kim Allah'ın sınırlarını aşarsa, şüphesiz kendine zul­metmiş olur. Bilmezsin, olur ki Allah, bundan sonra bir durum ortaya çıkarıverir.
2, 3. İddetlerini doldurduklarında onları ya güzel­ce tutun, veya onlardan uygun bir şekilde ayrılın. İçi­nizden adalet sahibi iki kişiyi de şahit tutun. Şahitliği Allah için yapın. İşte bu, sizden Allah'a ve âhiret günü­ne inananlara verilen öğüttür. Kim Allah'tan korkarsa, Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder. Ve ona beklemediği yerden rızık verir. Kim Allah'a güvenirse Allah ona yeter. Şüphesiz Allah, emrini yerine getirendir. Allah her şey için bir ölçü koymuştur.
4. Kadınlarınız içinden âdetten kesilmiş olanlarla, henüz âdetini görmemiş bulunanlardan eğer şüphe ederseniz, onların iddeti üç aydır. Gebe olanların iddet ise, doğum yapmalarıdır. Kim Allah'tan korkarsa Al­lah ona işinde bir kolaylık verir,
5. İşte bu Allah'ın size indirdiği emridir. Kim Allah'tan korkarsa Allah onun kötülüklerini örter ve onun mükâfatını büyütür.
6. Onları gücünüz ölçüsünde oturduğunuz yerin bir bölümünde oturtun, onları sıkıştırıp (gitmelerini sağlamak için) zarar vermeye kalkışmayın. Eğer hâmile iseler, doğum yapıncaya kadar nafakalarını verin. Sizin için çocuğu emzirirlerse onlara ücretlerini verin, ara­nızda uygun bir şekilde anlaşın. Eğer birbirinize güç­lük çıkarırsanız çocuğunu, başka bir kadın emzirecek-tir.
7. İmkânı geniş olan, nafakayı imkânlarına göre versin. Rızkı daralmış bulunan da nafakayı, Allah'ın kendisine verdiğinden versin. Allah hiç kimseye gücü­nün yettiğinden başkasını yüklemez. Allah, daima bir güçlükten sonra bir kolaylık yaratır.
8. Rabbinin ve O'nun elçilerinin emrine karşı di­retmiş nice memleketler halkı vardır ki biz onları çetin bir hesaba çekmiş ve onları şaşkınlık verecek azaba çarptırmışızdır.
9. Böylece onlar da yaptıklarının cezasını tadnıışlar ve işlerinin sonu tam bir hüsran olmuştur.
10. Allah onlara şiddetli bir azap hazırlamıştır. Ey inanan akıl sahipleri! Allah'tan korkun. Allah size gerçekten bir vahy indirmiştir.
11. İman edip sâlih amel işleyenleri, karanlıklar­dan aydınlığa çıkarmak için size Allah'ın apaçık âyetle­rini okuyan bir Peygamber göndermiştir. Kim Allah'a inanır ve faydalı iş yaparsa Allah onları, altlarından ırmaklar akan, içinde ebedî kalcakları cennetlere so­kar. Allah böyle kimselere, gerçekten güzel bir rızık vermiştir.
12. Yedi kat göğü ve yerden bir o kadarını yaratan Allah'tır. Allah'ın fermam bunlar arasından iner ki, Al­lah'ın her şeye kadir olduğunu ve her şeyi ilmiyle ku­şattığın bilesiniz.

Kelimelerin İzahı

İddet, hâmile olup olmadığının bilinmesi için kadmın bekle­tildiği müddet.
Sayarak tesbit edin.
Hasbuhû, ona yeter.
Vücd; takat ve güç demektir.
Şüphelendiniz, şüpheye düştünüz.
Keeyyin, "çok" demektir.
Kibirlendi, diklendi ve yüzçevirdi.
Nükr; görülmemiş, korkunç, kötü demektir.
Husr; ziyan ve zarar demektir. [2]

Nüzul Sebebi

a. Buhârî şöyle rivayet eder: Abdullah b. Ömer (r. anhumâ), karısı hayız halinde iken onu boşadı. Ömer (r.a.) bu durumu Rasulullah (s.a.v)'a bildirdi. Rasulullah (s.a.v) öfkelenerek şöyle buyurdu: "Ona dönsün, sonra temizleninceye kadar tutsun. Sonra kadın tekrar hayız görüp temizlensin. Eğer bundan sonra boşamayı düşünürse, onunla cima etmeden önce temiz olarak onu boşasın, İşte bu, Yüce Allah'ın emrettiği iddettir."[3]
b. Encs'in (r.a.) şöyle dediği rivayet olunur; Rasulullah (sav) Hafsa'yı (ra) boşadı. O da ailesine geldi. Bunun üzerine Yüce Allah, "Ey Peygamber! Kadınları boşamak istediğiniz zaman onları iddetlcri içinde boşayin" mea­lindeki âyeti indirdi. Rasulullah (s.a.v)'a denildi ki: Ona dön, çünkü o, çok oruç (utan ve namaz kılan birisidir. O. senin cennetteki eş ve hanımlarındandir.[4]
c. Rivayet edildiğine göre, "Boşanmış kadınlar, kendi başlarına üç aybaşı hali (veya üç temizlik müddeti) beklesinler"[5] mealindeki âyet inin­ce, bir grub Sahâbî (r.anhum): "Ey Allah'ın Rasulü! Küçüklük veya yaşlılık­tan dolayı hayız görmeyen kadının iddeti nedir?" dedi. Bunun üzerine, "Ka­dınlarınız içinden iddetten kesilmiş olanlarla, henüz âdetini görmemiş bu­lunanlardan şüphe ederseniz, onların bekleme süresi üç aydır" mealindeki âyet indi.[6]

Âyetlerin Tefsiri

1. Bu hitap, Peygamber (s.a.v)'e dir. Hüküm ise, hem onu hem ümmetini kapsar. Yüce Allah Peygamber (s.a.v)'i yüceltmek için sadece ona seslendi. Nitekim bir kavmin reisine ve büyüğüne, "Ey Fi­lan! Şunu yapın" denilir. Yani, sen ve kavmin yapın demektir. Bu, yüceltme ve değer verme yoluyla yapılan bir sesleniştir. Kurlubî şöyle der: Hitap Pey­gamber (s.a.v)'e yapılmıştır. Yüceltme ve ululama maksadıyle boşa-dığımzda" şeklinde çoğul lafzıyla hilap edilmiştir.[7] Yani, "Ey Peygamberi Ey mü'minler! Kadınları boşamak istediğinizde, Onları, iddellerine sayılacak müddetin başında bulunurlar iken boşaym. Bu da temizlik anında olur. Onları bayız halinde boşamaym. Mücâhid şöyle der: Onlarla cinsî münâ­sebette bulunmadan, temiz olarak boşaym. Çünkü Rasulullah (s.a.v) şöyle buy­urmuştur: Onu temiz iken ve ilişkide bulunmadan boşasm. İşte bu, Allah'ın içe­risinde kadınların boşanmasın] emrettiği iddellir.[8] Tcfsirciler şöyle der: Kadı­nın, hayız anında boşanması yasaklandı ki, iddet zamanı uzayıp da kadın zarar görmesin. Bir de hayız hali, kocayı nefret ettirici bir durumdur. Ona eşini çabuk boşattırır. Fakat kadının temiz olma hali bunun aksinedir. Bu temizlik anında cima etmemiş olması, bu birleşmeden gebelik meydana gelmemesi içindir.[9]
Bu durumda iddet, hayızdan çocuğu doğurmaya geçer ki. bunda da kadına açık bîr zarar vardır. Soyların karışmaması için iddeti sayın ve onu tam üç temizliğe tamamlayın. Emirlerine sarılıp yasak­larından sakınarak, Âlemlerin Rabbi Allah'tan korkun, Onları ayırdıktan sonra, iddetleri bitinceye kadar evlerinden çıkarmayın. Onlar da, iddetleri bitinceye kadar evlerden çıkmasmlar. Ancak, boşanan kadın zina ve benzeri çirkin bir iş yaparsa, kendisine had cezası uygulanması için çıkarılır.[10] İbn Cüzey şöyle der: Yüce Allah, erkeğe, boşamış olduğu karısını, içinde bulunduğu evden çıkarmayı yasakladı. Kadını da, kendi isteğiyle oradan çıkmaktan nehyetti. Binaena­leyh, kadının, geceyi evinin dışında geçirmesi, zarurî hareketler dışında gündüzün de evden uzaklaşması caiz değildir. Bu yasak, soyu ve kadını ko­rumak içindir. İddet bekleyen kadının evden çıkmasını mubah kılacak "fâhişe"nin ne olduğu hakkında ihtilaf edilmiştir. Bazılarına göre, bu, zina­dır. Bu durumda kadın, kendisine had cezası uygulanması için evden çıkarılır. Bazılarına göre ise "fahİşe"den maksat, kocanın akrabalarına kötü söz söylemek ve dil uzatmaktır. Bu durumda da kadın evden çıkarılır ve evde oturma hakkı düşer. " Size karşı çirkin davranırlarsa" kıraati bu mânâyı destekler.[11] Bu hükümler, Allah'ın koyduğu kanunlar ve yasaklarıdır. Kim bu hükümlerin dışına çıkar ve onları emir kabul edip uymazsa, kendini azaba sunmak sure­tiyle nefsine zulmetmiş ve ona zarar vermiş olur. Çünkü eşini geri alma imkânını elinden kaçırmıştır. Fahreddin Râzî şöyle der: Bu, sünnî talâkı bırakıp iddetin dışında karısını boşayan kimseler hakkında bir tehdittir. Ey muhatap! Sen, boşamadan sonra Allah'ın, or­taya ne çıkaracağım bilemezsin. Belki de Allah onun kalbini, eşine karşı olan kinden sevgiye, nefretten mahabbete çevirir. Böylece, daha önce onu sevmezken artık onu sever hale getirir. İbn Abbas şöyle der: Yüce Allah'ın bundan maksadı, kocanın, eşini boşamasından dolayı pişmanlık duyması ve iddet müddetinde karısına dönmesini istemesidir.[12]
2, 3. İddet müddetinin biti­mine yaklaştıklarında, Yüce Allah'ın emrettiği gibi, beraberliklerinde iyi davranmak üzere, onları nikâh akdine döndürün. Ya da, onları bırakın da, id­detleri tamamlansın ve kendi iradelerine kendileri sahip olsun. Tefsirciler şöyle der: İyilikle tutmaktan maksat, iyi geçinmek, nafakayı tam olarak ödemek ve kadının iddet zamanı uzasın diye, geri dönerek ona zarar ver­meyi istememektir. İyilikle ayrılmaktan maksat da, boşama anında mehir ve mal vermek, kadının bütün haklarını ödemek süreliyle şartları yerine ge­tirmektir. Boşama veya geri dönme anında, dindarlığı­na ve güvenilirliğine itimat ettiğiniz kimselerden adalet ve doğruluk sahibi iki kişiyi şahit tutunuz. Ebû Hayyân şöyle der: Bu şahit tutma, Ebû Hanî-fe'ye göre mendûbtur. Nitekim Yüce Allah meâlen, "Alışveriş yaptığınızda şahit tutun"[13] buyurmuştur. Şâfiîlere göre, bu şahit tutma "geri dönme" de vâcib, "ayrılma"da mendûbtur.[14] Her hangi birinin tarafım tutmadan şahitliği hak ile yerine getirin. Herhangi bir değiştirme ve bozma yapmadan taraflardan birini gözetip diğerini bırakmadan sırf Allah rızası için şahitlik yapın, Bu meşru kıldığımız hükümlerden, ancak Allah'tan sakınan ve âhirette hesap ve ce­zadan korkan mü'min faydalanır ve öğüt alır. Kim, Allah'tan korkar ve koyduğu sınırlarda durursa, Allah onu her sıkıntıdan kurtarır ve her darlıktan bir çıkış yolu gösterir. Bilmediği ve aklına gelmeyen bir yerden ona nzık verir. Mücâhid şöyle der: Ben İbn Abbâs'm yanında idim. Ona bir adam gelerek, karısını üç talâkla boşadığını söyledi. İbn Abbas sustu. O derece sustu ki, ben, kırışını ona geri döndüre­ceğini sandım. Sonra şöyle dedi: Sizden biri gider bir aptallık eder, sonra gelip "Ey İbn Abbas! Ey İbn Abbas!..." der. Yüce Allah, "Kim Allah'tan kor-karsa, Allah ona bir çıkış yolu verir" buyuruyor. Sen ise Allah'tan kork-mamışsm ki, sana bir çıkış yolu bulayım. Sen, Rabbine isyan ettin. Karın da senden talâk-ı bâin ile boş oldu.[15] Tefsirciler şöyle der: Bu âyet, Afv b. Mâlik el-Eşcaî hakkında indiği halde hükmü geneldir. Müşrikler Afv'm oğlunu esir almışlardı. Bunun üzerine Afv, Rasulullah (s.a.v)'a gelerek fa­kirliğinden şikayet etti ve dedi ki: "Düşman oğlumu esir aldı. Annesi sab­redemeyip çok endişeleniyor. Bana ne emredersin?" Rasulullah (s.a.v) da ona: "Allah'tan kork ve sabırlı ol. Sana ve annesine "lâ havle velâ kuvvete illâ billah" sözünü çokça söylemenizi tavsiye ediyorum." Afv ve karısı bunu yaptılar. Bir gün, o evinde iken, birden oğlu kapıyı çalıverdi. Berabe­rinde yüz deve vardı. Düşmanın gafil olduğu bir sırada onları alıp getir­mişti. Bunun üzerine, "Kim Allah'tan korkarsa, Allah ona bir çıkış yolu ve­rir ve onu beklemediği yerden rıziklandırır" mealindeki âyet indi.[16] Kim Allah'a dayanır ve başına gelen musibetlerde Ona güvenirse, kuşkusuz Allah ona yeter. Sâvî şöyle der: Kim işini Allah'a ha­vale ederse, onu Üzen hususlarda Allah ona yeter. Sebeplere sarılmak, te­vekküle aykırı değildir. Çünkü bu, emredilmiştir. Fakat sebeplere güvenil­mez, Allah'a güvenilir.[17] 'Hadiste şöyle buyrulmuştur: Allah'a tam anlamıy­la tevekkül etseniz, Allah kuşlara nzık verdiği gibi mutlaka size de rizik verir. Kuşlar sabahleyin aç gider, akşam tok döner.'[18] Kuşkusuz Allah bütün yarattıklarında emrini uygulayıcıdır. Dilediğini yapar, O'nu hiçbir sey âciz bırakamaz. İbn Cüzey şöyle der: Bu, tevekküle teşvik et­mekte ve onu vurgulamaktadır. Çünkü, kul, bütün işlerin Allah'ın elinde olduğunu kesin olarak bilirse, tek olan Allah'a dayanır ve O'ndan başkasına itimat etmez.[19] Kuşkusuz Allah her iş için, ezelî hik­mete göre, belli bir kader ve zaman tayin etmiştir. Kurtubî şöyle der: Yani, Allah, kıtlık ve bolluk gibi her şey için, varacağı bir zaman takdir etmiştir.[20]
Bundan sonra Yüce Allah küçüklük veya yaşlılığından dolayı hayız görmeyen boşanmış kadının hükmünü açıklamak üzere şöyle buyurdu: [21]
4. Yaşlılıkların­dan dolayı hayız görmeyen kadınların iddetlerini bilemez ve şüpheye dü­şerseniz, bilinmelidir ki, onların iddetinin hükmü üç aydır. Her ay bir hayız yerine geçer. Aynı şekilde, küçüklüğünden dolayı hayız gör­meyenlerin iddeti de üç aydır. Gebe kadının iddeti, ister boşanmış olsun ister kocası ölmüş olsun, çocuğunu do­ğurmakla sona erer. Kim, söz ve fiillerinde Allah'tan korkar ve Allah'ın haram kıldığı şeylerden sakınırsa, Allah onun işini kolaylaştırır ve her türlü hayırlı işe onu muvaffak kılar. [22]
5. İşte bu, Allah'ın hükmü ve hikmetli şeriatıdır. Ey mü'minler! Allah bunu size indirdi ki, ona uyup gereği ile amel edesi­niz. Kim Rabbinden korkarsa, Allah onun günahlarını siler ve sevabını kat kat verir. Sâvî şöyle der: Yüce Al­lah'ın, "Kim Allah'tan korkarsa" âyetinin tekrarlamasının sebebi şudur: O biliyor ki, kadınların aklı ve dini eksiktir. Binaenaleyh, onların işlerine an­cak Allah'tan korkanlar sabreder.'[23] Ebû Hayyân da şöyle der: Söz, boşanan kadınlar hakkında olunca ve onlar, kocalarının kendilerinden nefret etmele­rinden dolayı boşanınca, koca da bazan kadına, onu lekeleyecek ve evlen­mek isteyenleri ondan nefret ettirecek şeyleri ona nisbet edebilince, işte bu sebeple, "Kim Allah'tan korkarsa" sözü tekrar edildi. Buyru-larak, şart-cevap şeklinde açıklanmış olarak geldi.[24]
6. O boşadığmız kadınları, gücünüz ve imkânınıza göre, oturduğunuz evlerinizin bir bölününde oturtun. Koca zen­gin ise, kadının yerini geniş ve nafakasını bol verir. Eğer fakir ise, gücü yet­tiği kadar yapar. "Boşadığmız kadınları evden çıkma­ya veya nafakadan vazgeçmeye mecbur edecek şekilde, mesken ve nafaka hususunda sıkıntıya sokmayın. Boşanan kadın hâmile ise, hamilelik müddeti uzun da olsa, kadın çocuğunu doğuruncaya kadar kocanın ona nafaka vermesi icâbeder. Kadın doğurup çocuğunu koca için emzirmeye razı olursa, kocanın kadına emzirme ücreti vermesi icâbeder. Çünkü çocuklar babalara nisbet edilirler. İbn Cüzey şöyle der: Yani o boşadığmız eşler, çocuklarınızı emzi-rirlerse, onlara emzirme ücretini verin. Bu ücret nafaka vermek ve diğer ih­tiyaçlarını gidermektir.[25] Eşlerden her biri diğerine, hoşgörü, yumuşaklık ve lütufkârlığı emretsin. Kurtubî şöyle der: Biriniz diğeri­nin teklif ettiği iyilik ve güzelliği kabul etsin. Kadının yapacağı iyilik, ço­cuğu ücretsiz emzirmek; erkeğin yapacağı iyilik ise, kadına bol emzirme ücreti vermektir.[26] Birbirinize güçlük ve zorluk çıkarırsanız, eşler arasında anlaşma yapma zorlaşır, koca kadının istediğini vermek istemez, kadın da istediği ücretten daha aşağısına emzirmeyi kabul etmezse, koca çocuğu için ücretle başka bir emzirici tutsun. Ayetteki ifadesi emir manasına haberdir. Yani "Koca, çocuğu için başka bir emzirici tutsun" demektir. Ebû Hayyân şöyle der: Burada anneye ince bir sitem vardır. Nitekim bir kimseden ihtiyacını istediğinde onunla ilgilenmezse, "Başkası bunu yerine getirecektir" dersin. "Bu iş yerine geti­rilmeyecek değildir. Ama bu senin için bir ayıp olur" demek istersin.[27] Dahhâk şöyle der: Anne emzirmeyi kabul etmezse, baba, çocuğu için başka bir emzirici tutar. Çocuk başkasını emmezse, anne ücretle emzirmeye mecbur tutulur.[28]
7. Bu, nafakanın miktarını açıklamaktadır. Yani, koca, karısına ve küçük çocuğuna gücü ve takatine göre nafaka versin. İbn Cüzey şöyle der: Bu, her kocanın, durumuna göre nafaka vermesini ifade eden bir emirdir. Koca, gücü yetmeyeceği şeyle mükellef tutulamaz. Kadı­nın hakkı da yenmez. Aksine durum, orta halli olur. Bu âyette, nafakanın, zenginlik ve fakiri ik bakımından insanların durumuna göre değiştiğini gösteren delil vardır.[29] « Kimin rızkı daraltılmış olur ve yetmezse, gücü yettiği ve Allah'ın kendisine verdiği mala göre na­faka versin. Allah hiç kimseyi, gücü ve takatinden fazlasıyla yükümlü tutmaz. Zengini mükellef tuttuğu şeyle fakiri mükellef tutmaz. Ebussuûd şöyle der: Bu âyette, fakirin kalbini hoş etmek ve onu, gücü yettiği kadarını yapmaya teşvik etmek vardır.[30] Yüce Allah bu va'dini şu sözüyle pekiştirdi: Allah fakirlikten sonra zengin­lik ve darlıktan sonra genişlik ve rahatlık verecektir. Burada, fakirlere rızık kapılarının açılacağına dâir müjde vardır.
Bundan vmra Yüce Allah, kendisine isyan etmek ve koyduğu kanun­ları çiğnemekten sakındırdı. Geçmiş milletlerle ilgili misaller getirdi. Buyurdu ki: [31]
8. Geçmiş mil­letlerden nice şehir halkı vardır ki, azmış ve, Allah ve Rasulünün emirlerine karşı direnmiştir. Biz de, isyanları ve azgınlıkları yüzünden, açlık, kıt­lık ve köklerini kazıma gibi çeşitli elem verici azaplarla onları cezalandır­dık. Onlara, tasavvur edilemeyecek, görülmemiş büyük bir azapla azap ettik. [32]
9. İnkâr, azgınlık ve Allah'ın emir­lerine karşı direnmelerinin cezasını tattılar. Azgınlıklarının sonu, helak, yok olma ve aşın derecede hüsran olmuştur.
Yüce Allah, azgın milletlerin başına gelenleri anlattıktan sonra, o suçluların başına gelen şeylerin mü'minlerin de başına gelmemesi için mü'minlere Allah'tan korkmayı emretti ki, onları azabından sakındırsın: [33]
10. Allah âhirette onlar için şiddetli ve sonsuz ce-hennem azabı hazırlamıştır. Ey akl-ı selîm sa­hipleri! Ve ey, Allah ve Rasulünü tasdik eden mü'minler topluluğu! Allah'­tan korkun ve O'nun yakalamasından ve intikam almasından sakının. Allah size, okunan vahyi yani Kur'ân-ı Kerim'i indirdi.[34]
11. Allah size, âyetlerini okuyan bir pey­gamber yani Muhammed (s.a.v)'i gönderdi. Bu âyetler apaçık olup, helâli, haramı ve ihtiyaç duyduğunuz hükümleri açıklamaktadır. Ebû Hayyân şöy­le der: Açık olan şudur ki, "Zikir"den maksat Kur'ân, Rasul'den maksat, Muhammed (s.a.v)'dir.[35] O Peygamber, takva sahibi mü'minleri sapıklıktan doğru yola, inkâr ve ceha­let karanlıklarından iman ve ilim nuruna çıkarsın diye gönderildi, Allah'a inanır ve O'na itaat ile amel ederse, Allah âhirette onu, köşklerinin altından cennet nehirleri akan Naîm cennetlerine sokar. O ebedîlik cennetlerinde, son­suza kadar kalırlar, oradan çıkmazlar ve ölmezler. Allah cennette onlara güzel ve bol rızıklar hazırlamıştır. Çünkü cennet nimeti ebedîdir, tükenmez. Taberî şöyle der: Allah cennette onların rızkını bollaştırrmştır. Rızık, Allah'ın onlara verdiği yiyecek, içecek ve orada dostları için hazırlayıp güzelleştirdiği diğer nimetlerdir.[36] Bu âyette, Allah'ın mü'mine rızık olarak verdiği sevabın büyüklüğü ve hayret edilecek bir şey olduğu bildirilmektetir.
Bundan sonra Yüce Allah kudretinin alâmetlerine ve gücünün büyük­lüğüne işaret etmek üzere şöyle buyurdu: [37]
12. Gücüyle, gökleri yedi kat ha­linde yaratan O Yüce Allah'tır.[38] Aynı şekilde birbiri üstünde yedi kat yeri yaratan da O'dur. Yer katlan, göklerin aksine birbirinden ayrı değildir. Gökler ve yer arasında Allah'ın hükmü iner, emir ve hükmü onlar arasında cereyan eder ki, bunu yaratabilenin her şeye gücünün yeteceğini, O'nun her şeyi bildiğini ve hiçbir şeyin O'na gizli kalmayacağını bilesiniz. [39]

Edebî Sanatlar

Bu mübarek sûre birçok edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz:
1. "Onları tutun" ile " onları ayırın" arasında, aynı şe­kilde ile o arasında tıbâk vardır.
2. "Bunlar Allah'ın sınırlarıdır" cümlesinden sonra "Kim onları aşarsa" şeklindeki zamir yerine " Kim Allah'ın sınırlarını aşarsa şeklinde açık isim getirilmesi, korkutmak İçindir.
3. "Bilmezsin, olur ki Allah bundan son­ra bir durum ortaya çıkanverir" âyetinde, daha fazla önem vermek için ilti­fat sanatı yapılmıştır. Ayet hitap üslubuyla gelmiştir. Oysa ki asıl olan, III. şahıs üslubuyla " bilmez" şeklinde gelmesidir.
4. "Hayız görmeyenler" âyetinde hazif yolu ile îcaz vardır. Buradan haber hazfedilmiş tir. "Onların iddeti de üç aydır" demektir.
5. "Biz onları çetin bir azaba çekmiş ve onları görülmemiş bir azaba çarptirmışızdır. Onlar da yaptıklarının cezasını tatmışlardır" âyetinde korkutmak ve dehşet vermek için tehdit tekrar edilmiştir.
6. "Nice beldeler vardır ki" terkibinde mecâz-ı mürsel vardır. Maksat, o beldelerin halkıdır. Zikr-i mahal irâde-i hâl kabilindendir.
7. "İman edip sâlih amel işleyenleri karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için" âyetinde lâtif istiare
vardır. Yüce Allah, "İnkâr ve sapıklık" için "zulumât"; "hidayet ve iman" için de "nur" kelimesini müsteâr olarak kullanmıştır. Bu, parlak bir ifade ve Kur'ân'ın yüce bir anlatımıdır.
8. Ayet sonlarında inci ve yakut gibi dizil­miş seci' murassa' vardır. Bu, güzelleştirici edebî sanatlardandır.
Allah'ın yardımı ile "Talâk Sûresi"nin tefsiri bitti. [40]


[1] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/471.
[2] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/475.
[3] Buhârî, Tefsir 65/1; Müslim, Talâk 18/1
[4] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/512;
[5] Bakara sûresi, 2/228
[6] Rûhû'l-meânî, 28/137
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/475.
[7] Kurtubî, 18/148
[8] Buhâri ve Müslim, Nüzul sebebi bölümüne bakınız
[9] Bunun meşru olmasının hikmeti için bkz, Rcvâiu'l-beyân adlı kitabımız, 2/604
[10] "Fahişe" kelimesinin "zina" ile tefsiri, İbn Abbas, Ibin Mes'ud, Mücâhid ve Ikrime'iıin görüşüdür. İbn Abbas'tan şu da rivayet edilmiştir: Fahişe, kocanın akrabalarına kötü söz söylemektir. Bu, Übcy b. Ka'b'ın görüşüdür.
[11] Teshil, 4/126
[12] İbn Kayyim şöyle der: "Yüce Allah boşamayı sevmez. Çünkü bununla evlilik bağları ko­par ve bu, Allah'ın düşmanı İblis'in isteğine uygun düşer. Şöyle ki, o, eşlerin ayrılmasına se­vinir. Bununla beraber kan veya kocanın buna ihtiyacı olduğu için Yüce Alİah, menfaatin elde edilebileceği ve zararın defedilebilcceği bir şekilde talâkı meşru kılmıştır. Bu şeklin dışında boşamayı haram kılmışlır. Şöyle ki. Allah, kocaya, eşini temiz olarak, cima etmeden bir talâkla boşamasını, sonra da iddeti bitinceye kadar ondan ayrı durmasını meşru kılmıştır. Bu sürede ihtilaf sebepleri ortadan kalkar ve anlaşma yapılırsa, kocanın eşini geri alma yolu açılmış olur. Yüce Allah iddet süresini üç temizlik kıldı ki, mühlet ve tercih vakti uzasın. İşte Yüce Allah'ın meşru kılıp izin verdiği talâk budur". Bkz. Mehâsinu't-te'vîl, 16/5832
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/475-477.
[13] Bakara sûresi, 2/282
[14] Bahr, 8/282
[15] Mehâsinıı't-te'vîl, 16/5838
[16] Kurtubî, 18/160; Taberi, 28/90
[17] Sâvî Haşiyesi, 4/215
[18] Tirmîzî, Zühd, 33; fbn Mâce, Zühd, 14, Ahmed b. Hanbel, Müsned 1/30.
[19] Teshil, 4/128
[20] Kurtubî, 18/168
[21] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/477-479.
[22] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/479.
[23] Sâvî Haşiyesi 4/217
[24] Bahr, 8/284
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/479.
[25] Teshîl, 4/129
[26] Kurtubî, 18/169
[27] Bahr, 8/285
[28] Kurlubî, 18/169
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/479-480.
[29] Teshil, 4/129
[30] Ebussuûd, 5/172
[31] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/480.
[32] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/480-481.
[33] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/481.
[34] Bazı tefsirciler, âyetteki zikirden maksadın, Hz. Peygamber (s.a.v) olduğu görüşünü ter­cih ederler. Yüce Allah'ın "Okuyan bir peygamber" sözünü de ondan bedel yaptığını delil getirirler. Taberî ve Ebussuûd'un görüşleri budur. Bizim anlattığımız, görüşlerin en ter­cih olunanıdır. Yani "Zikir"den maksat "Kur'ân-ı Kerim", "Rasul"den maksat da Hz. Peygam­ber (a.s.)'dir. Rasul kelimesi, mahzuf bir fiille nasbedilmiş olup "takdirindedir. Bu, İbn Atiyye ve Ebû Hayyân'ın tercih ettiği görüştür.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/481.
[35] Bahr, 8/286
[36] Taberî, 28/98
[37] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/481-482.
[38] Göklerin yedi kat olduğu hususunda, ilim adamları arasında ihtilaf yoktur. Yere gelince bunların yedi kat olduğunda ihtilaf vardır. Bir görüşe göre yer, âyetin zahiri şu sahih hadisten dolayı yedi kattır: "Kim bir araziden haksız olarak bir karış alırsa, Allah yedi kaî yer boyunca onun boynuna sarar." Buhârî, Mezâlim, 13, Bed'ül-hev 2. Bir görüşe göre de, yer yüzü tek­tir. Göğe benzerlik sayıda değil, sadece yaratılış ve meydana getiriliştedir. Yani, eşsiz ya­ratılış ve sağlamlıkta gökler gibidir. Birinci görüş daha açıktır. En iyisini Allah bilir.
[39] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/482.
[40] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/482-483.

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder