HAKKA SURESİ

Hiç yorum yok
8

HAKKA SURESİ

Mekke'de inmiştir. 52 ayettir.

Takdim

Hakka sûresi Mekke'de inen sûrelerdendir. Bunun durumu, iman ve i-nancı yerleştirme hususunda Mekke'de inen diğer sûrelere benzer. Kıya­metten, onun korkunç ve şiddetli durumlarından; Âd, Semûd, Lût, Firavun, Nûh ve yeryüzünde fesat çıkaran diğer azgın kavimler gibi, peygamberleri yalanlayan kavimlerden ve bunların başına gelenlerden bahsederek birçok konuyu ele alır. Aynı şekilde bahtiyar ve bedbaht kimselerden bahseder. Fakat sûrenin üzerinde durduğu ana konu, Kur'an'm doğruluğunu ve onun, hakîm ve alîm olan Yüce Allah'ın kelamı olduğunu; Rasulullah (s.a.v)'in; sapıkların itham ettiği şeylerden uzak olduğunu göstermektedir.
Bu mübarek sûre, kıyametin korkunç durumlarını, onu yalanlayanları ve Yüce Allah'ın kâfir ve inatçıları nasıl cezalandırdığını anlatarak başlar: "Gerçekleşecek olan... Nedir o gerçekleşecek olan?!.. Gerçekleşecek ola­nın ne olduğunu sen nerden bileceksin? Semûd ve Âd kavimleri kıyameti yalanlamışlardı. Semûd'a gelince, onlar pek zorlu korkunç bir sesle yok edildiler. Ad kavmi ise, uğultulu azgın bir fırtına ile helak edildiler..."
Sonra bu sûre, Sûr'a üfürüldüğünde meydana gelecek olan, dünyanın harap olması, dağların dağılması ve göklerin yarılması gibi korkunç ve feci olayları anlatır: "Artık Sûr'a bir defa üflendiği, ve dağlar kaldırılıp birbirine tek çarpışla darmadağın edildiği zaman..."
Sonra sûre, o korkunç günde bahtiyarlarla bedbahtların durumunu, an- latır. O gün m'ü'mine kitabı sağ tarafından verilir, kendisine ikram ve ihsan edilir. Kâfire ise kitabı sol tarafından verilir. Kendisine zillet ve horluk isabet ettirilir: «Kitabı sağ tarafından verilene gelince, o, "Alın kitabımı okuyun" der.. Kitabı sol tarafından verilen ise...»
İyilerin ve kötülerin durumu bu şekilde anlatıldıktan sonra, Rasûl'ün ve Allah tarafından getirdiklerinin doğruluğuna ve Kur'an'm sihir yahut kâhinlik, olduğunu iddia eden müşriklerin iftiralarının reddine dair vurgulu bir yemin gelir: "Görebildikleriniz ve göremedikleriniz üzerine yemin ede­rim ki, hiç kuşkusuz o Kur'an, çok şerefli bir elçinin sözüdür."
Sonra sûre Kur'an'm doğruluğuna ve Peygamber (a.s.)'in, vahyi indiği gibi tebliğ ettiği hususundaki güvenilirliğine dair kesin delili anlatır. Bunu, kalbi titretecek ve konunun korkunçluğundan dolayı ruhlarda korku ve heyecan uyandıracak şu tasvirle dile getirir: "Eğer Peygamber (s.a.v.) bize atfen bazı sözler uydurmuş olsaydı, elbette onu kuvvetimizle yaka-layıverirdik. Sonra onun can damarını koparırdık..."
Sûre Kur'an'm yüceliğini ifade ederek ve onun, mü'minler için bir rah­met ve kâfirler için de bir pişmanlık olduğunu açıklayarak sona erer: "Doğrusu o Kur'an, sakınanlar için bir Öğüttür... Şüphesiz o, kâfirler için büyük bir pişmanlıktır. Ve o kesin bilginin ta kendisidir. O halde Yüce Rab-binin adını yüceltip noksanlıklardan tenzih et." [1]
BismiIIâhirrahmânirrahîm
1. Gerçekleşecek olan,
2. Nedir o gerçekleşecek olan?
3. Gerçekleşecek olan (kiyâmet)in ne olduğunu sen nerden bileceksin?
4. Semûd ve Âd kıyameti yalan saymışlardı.
5. Semûd'a gelince: Onlar pek zorlu bir gürültü ile helak edildiler.
6. Ad ise, uğultulu, azgın bir fırtına ile mahvedil­diler.
7. Allah onu, ardarda yedi gece, sekiz gün onların üzerine musallat etti, öyle ki (eğer orada olsaydın), o kavmi, içi boş hurma kütükleri gibi oracıkta yere seril­miş halde görürdün.
8. Şimdi onlardan hiç geri kalan birini görüyor musun?
9. Firavun, ondan öncekiler ve altı üstüne getiri­len beldeler halkı hep o günahı işlediler.
10. Böylece Rablerinin peygamberlerine karşı gel­diler, O da onları pek şiddetli bir şekilde yakalayıver-di.
11. Su taştığı vakit sizi gemide biz taşıdık;
12. Onu sizin için bir ibret ve öğüt yapalım ve bel-leyici kulaklar onu bellesin diye yaptık.
13, 14, 15. Artık Sûr'a bir defa üflendiği ve dağlar kaldırılıp birbirine tek çarpışla darmadağın edildiği zaman, işte o gün olacak olur.
16. Gök de yarılır ve artık o gün o, çökmeye yüz tutar.
17. Melekler göğün etrafmdadır. O gün Rabbinin arşını, başlarının üstünde sekiz (melek) yüklenir.
18. O gün huzura alınırsınız; size ait hiçbir sır gizli kalmaz.
19, 20. Kitabı sağ tarafından verilen, "Alın, kitabı­mı okuyun! Doğrusu ben, hesabımla karşılayacağımı za­ten biliyordum" der.
21, 22, 23. Artık o, meyveleri sarkmış yüce bir cen­nette hoşnud bir hayat içindedir.
24. (Onlara denir ki:) "Geçmiş günlerde işledikle­rinize karşılık, afiyetle yiyin, için."
25, 26. Kitabı sol tarafından verilene gelince: O, "Keşke, bana kitabım verilmeseydi de, hesabımın ne ol­duğunu bilmeseydim!"
27. "Keşke onunla (Ölümümle) her iş olup bitsey­di!
28. Malım bana hiç fayda sağlamadı;
29. Saltanatım da benden yok olup gitti." der.
30. Onu yakalayın da, bağlayın;
31. Sonra alevli bir ateşe atın onu!
32. Sonra da onu yetmiş arşın uzunluğunda bir zincir içerisinde oraya sokun!
33. Çünkü o, Yüce Allah'a îman etmezdi,
34. Yoksulu doyurmaya teşvik etmezdi.
35. Bu sebeple, bugün burada onun herhangi bir candan dostu yoktur.
36. Kanlı irinden başka yiyeceği de yoktur.
37. Onu saaece günahkârlar yer.
38, 39. Görebildikleriniz ve göremedikleriniz üze­rine yemin ederim ki,
40. Hiç şüphesiz o Kur'an çok şerefli bir elçinin sözüdür.
41. Ve o, şâir sözü değildir. Ne de az îman ediyor­sunuz!
42. Bir kâhin sözü de değildir (o). Ne de az düşü­nüyorsunuz!
43. O, Alemlerin Rabbi tarafından indirilmiştir.
44. Eğer (Peygamber) bize atfen bazı sözler uy­durmuş olsaydı,
45. Elbette gücümüzle ondan intikam alıverirdik.
46. Sonra onun can damarını koparırdık
47. Hiçbiriniz buna mâni de olamazdınız.
48. Doğrusu o Kur'an, sakınanlar için bir öğüttür.
49. İçinizde onu yalan sayanlar bulunduğunu şüp­hesiz bilmekteyiz.
50. Muhakkak o, kâfirler için bir iç yarasidir.
51. Ve o, kat'î bilginin tam tamına gerçeğidir.
52. O halde, Yüce Rabbinin adını yüceltip noksan­lıklardan tenzih et.

Kelimelerin İzahı

Hakka, kıyamet demektir. Kesin olarak meydana gelecek bir rçek olduğu için buna "hakka" ismi verilmiştir. : Sarsar, çok gürültülü ve soğuk fırtına. Husûm, peşpeşe, hiç kesilmeden demektir. Kesmek mânâsına
kökündendir. Şâir şöyle der:
Başlarına musibetler geldi ve musibetler ard arda geldi.[2]
Râbiye, "sıkıntısı ve azabı fazla" demektir.
Vahiye, kuvvetten düşmüş, zayıf, gevşek demektir. Bina eski-) yıkılmaya yüz tuttuğunda söylenen sözünden alınmıştır.
Hâum, emir mânâsında fiil ismi olup "alın" demektir.
Kutûf, koparılmış ve toplanmış meyve mânâsına gelen limesinin çoğuludur.
Gıslîn, cehennem ehlinin irinidir. Kelbî şöyle der: Gıslîn, ce-nnem ehline azap edilirken onlardan akan kan ve irindir. Ğıslîn, kökünden vezninde bir kelimedir.[3]
Vetîn, kalbe bağlı olan damardır. Bu kesilince, kişi ölür. Buna de denir. Hadiste şöyle gelmiştir:
Hayber'de yediğim lokma, devamlı olarak beni yokluyor. Bu artık, şah da­marımın kesilme zamanıdır.[4]
Hasret, büyük pişmanlık demektir. [5]

Âyetlerin Tefsiri

1. Hakka, kıyametin ismidir. Gerçekleşmesi kesin olduğu için bu ad verilmiştir. Kıyamet kesin bir hakikat ve vuku bulacak bir olaydır. Bu hususta hiçbir şüphe ve tartışma yoktur. [6]
2. Bu tekrar, olayın büyüklüğünü ve önemini ifade etmek içindir. Asıl olan, "O nedir?" diye sorulmasıydı. Fakat Yüce Allah, olayın büyüklüğünü ve korkunçluğunu vurgulamak için zamir yerine açık isim getirdi. [7]
3. Ey Peygamber! Kıyametin ne olduğunu sana ne bil­dirdi? Kuşkusuz sen kıyameti ve ondaki korkulu halleri görmediğin için onu bilemezsin. Kıyamet anlatılamayacak ve hayal edilemeyecek derecede şiddetli ve büyük bir olaydır.[8] Bu, Arapların üslûbu ile-söylenmiştir. Çünkü onlar, karşılarmdakini bir şeye teşvik etmek istediklerinde soru kipini kul­lanır ve "Biiiyormusun ne oldu?" derler. Bu âyet de bu kabilden olup duru­mun korkunçluğunu ve büyüklüğünü artırmaktadır. Sanki Yüce Allah şöyle buyurmuştur: Bu korkunç bir şey ve ürpertici önemli bir olaydır.
Yüce Allah, Mekke kâfirlerine hatırlatmak ve onları korkutmak için, kıyametin korkunç ve büyük bir olay olduğunu anlattıktan sonra, onu yalan­layanları ve yalanlayanların başına gelenleri anlatarak şöyle buyurdu: [9]
4. Salih ve Lût (a.s.)'un kavimleri, şiddetli olay­ları ile kalpleri sarsan kıyameti yalanladılar. [10]
5. Salih'in kavmi Semûd'a gelince, onlar, aşırı derecede şiddetli, öldürücü bir gürültü ile helak edildiler. Katâde der ki: O, her türlü gürültüden daha şiddetli olan bir sayhadır.[11]
6. Hûd kavmi Âd'a gelince, onlar da )ebûr denilen uğultulu korkunç bir fırtına ile helak edildiler. Hadiste şöyle 'Uyrulmuştur: Bana Sabâ rüzgârı ile yardım edildi. Ad kavmi ise Debûr ile elâk edildi"[12] Bu fırtına aşırı derecede hızlı esen çok soğuk bir rüzgâr idi. Sanki o, kabına sığmadı ve onu zaptedemediler.[13] İbn Abbâs şöyle der: Allah, hangi rüzgârı gönderdiyse onu bir ölçüyle göndermiştir. Hangi yağmur anesini indirdiyse, bir ölçüyle indirmiştir. Ancak Nûh (a.s.) ve Âd kavim-eri bunun dışındadır. Çünkü Nûh (a.s.) gününde su kabından taşmış ve fakat ona karşı bir şey yapamamışlardır. Sonra İbn Abbâs, "Su taştığı vakit, genide sizi biz taşıdık"[14] mealindeki âyeti okudu. Âd gününde de rüzgâr :abına sığmamış, Âd kavmi de ona karşı bir şey yapamamışlardı. Sonra İbn Abbâs, "Uğultulu azgın bir fırtına ile helak oldular" mealindeki bu âyeti okudu.[15]
7. Allah o fırtınayı onların üzerine yedi gece sekiz gün, kesilmeksizin aralıksız peşpeşe musallat etti.
Ey Muhatap! O kavmi sen evlerinde hareketsiz, ölüler olarak görürsün. Sanki onlar, içleri yenmiş hurma kütükleridir. Tefsirciler şöyle der. Rüzgâr, hurma ağaçlarının başlarını kopardığı gibi, onların başlarını da kopanyordu. Ağızlarından girip arkalarından çıkıyor ve onları yere yıkıyordu. Neticede içleri boş hurma kütükleri gibi oluyorlardı. [16]
8. Onlardan geriye kalan birini görüyor musun? Veya onlardan herhangi bir iz buluyor musun? Kuşkusuz onlar, son şahsa kadar helak olmuşlardır. Nitekim Yüce Allah meâlen, "Bunun üzerine on­ların evlerinden başka bir şey görünmez oldu"[17] buyurmuştur. [18]
9. Zorba Firavun, ondan önce pey­gamberlerini yalanlayan azgın milletler ve yurtlan alt üst olan toplumlar, inkâr ve isyandan ibaret olan o çirkin fiili işlediler.[19] Altüst olan yurt, Lût kavminin yurdudur. Zira Allah, onların yurdunu altüst etmişti. Sâvî der ki:
e1-Mü'tefikât'tan maksat, ters çevrilenlerdir. Ki bunlar da Lût kavminin beldeleridir. Cebrail (a.s.) bu beldeleri yerinden söküp, kanatları üzerinde göğe yakın bir yere kadar kaldırmış, sonra altını üstüne çevirmiştir. Bunlar beş beldeden ibarettir.[20]
10. Firavun, Allah'ın rasûlü Musa'ya, Lût kavmi de pey­gamberleri Lût'a isyan ettiler. Allah onları, öncekilerin azabından daha şiddetli bir azap ile yakalandı. Nitekim onların suçları da diğer kâfirlerin suçlarından daha çirkin ve âdi idi. [21]
11. Su, haddi aşıp her şeyin üstüne çıkarak her tarafı basınca, sizi gemiye yükledik. [22]
12. Bu olayı, insanlar için bir öğüt ve Allah'ın, peygamberlerini yalanlayanlardan intikam alacağını gösteren bir ibret kılalım ve öğütleri belleyen, işittiğinden faydalanan kulaklar onu ko­ruyup öğüt alsınlar diye böyle yaptık. Kurtubî şöyle der: Bu milletlerin kıssalarını ve başlarına gelen azabı anlatmaktan maksat, Peygambere (s.a.v.) isyan hususunda bu ümmeti onlara uymaktan men etmektir.[23] Onun içindir ki Yüce Allah âyeti "Belleyici kulaklar onu bellesin" sözüyle sona erdirdi. Katâde şöyle der: " Vâiye, Allah'ın emrini anlayan ve onu kita­bından işittiğinden faydalanandır"[24]
Yüce Allah, yalanlayanların kıssalarını anlattıktan sonra, kıyametin korkunç hallerini ve sıkıntılarını anlatmak üzere şöyle buyurdu: [25]
13. İsrafil (a.s.), dünyanın harap olması için Sûr'a bir kez üfürdüğünde kıyamet kopar. İbn Abbâs şöyle der: Bu, dünyanın harap olacağı ilk üfürmedir. [26]
14. Yerler ve dağlar yerlerinden sö­küldüğü ve birbirlerine çarpılıp ufalanarak ağır ağır akıp giden kum yığını haline geldiğinde, [27]
15. İşte o zaman büyük kıyamet kopar ve o büyük olay gerçekleşir. [28]
16. Gök te yarılır, o gün artık gök zayıf ve gevşektir. Onda ne sertlik kalmıştır, ne de birbirini tutma. [29]
17. Melekler, göklerin etrafında ve çevresinde bulun­maktadır. Tefsirciler şöyle der: Bu şu demektir: Gök, meleklerin meskeni­dir. Gök varıldığında, o günün şiddeti ve Yüce Allah'ın azametinin, kalple­rine yaptığı tesirden dolayı korktukları için göğün etrafında dikilirler. O gün Allah'ın Arş'ını sekiz büyük melek başlarının üstünde taşır. İbn Abbâs şöyle der: Meleklerden, sayılarını Allah'tan başka­sının bilemeyeceği sekiz saf onu taşır.[30]
18. O korkunç günde siz, hesap ve yaptıklarınızın karşılığını almak için, melikler meliki azametli Allah'ın huzuruna çıkarılacaksınız. Sizden hiçbiriniz O'ndan gizlenemez. Sırlarınız­dan hiçbiri O'na gizli kalmaz. Çünkü O, açıkta olanları da, gizli olanları ve kalplerde bulunanları da bilir.
Bundan sonra Yüce Allah, bedbahtlarla bahtiyarların o günkü durum­larını açıklamak üzere şöyle buyurdu: [31]
19. Bahtiyarlardan olduğu için amel defteri sağından verilene gelince, O, sevinç ve mutluluktan, "Kitabı­mı alın, okuyun" der. kelimesinin sonundaki a. , sekte yani durma sidir. " ve kelimelerinin sonundaki da aynıdır. Râzî şöy­le der: "Kitabımı alın okuyun" mealindeki söz, onun son derece sevinçli ol­duğunu gösterir. Çünkü amel defteri sağından verilince, kendisinin kurtulu­şa erenlerden ve nimete nail olanlardan olduğunu anlar da bunu başkalarına göstermek ister ki onun elde ettiği bu nimete başkaları da sevinsinler.[32]
20. Doğrusu ben, kıyamet günü hesap ve mükâfatımla karşılaşacağımı iyice ve kesin olarak biliyordum. Bunun için iman ve iyi amel hazırlığı yaptım. Hasan Basrî şöyle der: Mü'min Rabbi hakkında güzel zanda bulunmuş ve güzel amel işlemiştir. Münafık ise Rab­bi hakkında kötü zanda bulunmuş ve kötü amel işlemiştir.[33] Dahhâk ise şöyle der:
Mü'minin Kur'an'da geçen zanm kesin bilgi, kâfirin zannı ise şüphe manasınadır.[34]
Yüce Allah mü'minin mükâfatını açıklamak üzere şöyle buyurdu: [35]
21. Mü'min, sahibinin razı olacağı, razı olunan rahat bir hayat yaşar. Çünkü Sahîh'te buyrulduğuna göre onlar yaşayacaklar, asla ölmeyecekler; sağlıklı olacaklar, asla hastalanmayacaklar; bolluk içinde yaşıyacaklar, asla sıkıntı çekmeyecekler. [36]
22. Onlar kıymeti yüce cennetlerde ve yüksek köşklerde yaşarlar. [37]
23. O cennetlerin meyveleri yere yakındır. Ayakta duran, otu­ran ve yatan onları alabilir. İbn Cüzeyy şöyle der: Kutûf, katfin çoğuludur.
Katf, üzüm salkımı gibi koparılıp toplanan meyve demektir. Rivayete göre kul, ayakta veya oturarak veya yatarak o meyveleri ağzıyle ağacından alır.[38]
24. Onlara, lütuf ve ihsan olarak, "Afiyetle, her türlü eziyetten uzak ve her türlü hoşa gitmeyen şeylerden esenlikte olarak yiyin, için" denilir. Çünkü siz, geçmiş günlerde yani dün­yada iyi amel işleyip onları önceden gönderdiniz.
Yüce Allah, bahtiyarların durumunu anlattıktan sonra ardından şöyle buyurarak bedbahtların durumunu anlattı. [39]
25. Amel defterleri sol taraflarından verilenlere gelince, ki bu bedbahtlık ve husrân alâmetidir, o, çirkin amellerini gördüğünde, "Keşke defterlerim bana verilmeseydi" der. Tefsirciler şöyle der: Bedbaht mahcup olup utanınca, işte o zaman çok pişman olur ve amel defteri kendisine verilmeseydi diye temennî eder. [40]
26. Keşke verilmeseydi de, hesabımın ne büyük ve ne şiddetli olduğunu anlamasaydım. Bu ifade, olayın büyüklüğünü ve kor­kunçluğunu anlatır. [41]
27. Keşke dünyadaki ilk ölümüm, hayatımı sona er-dirseydi de artık bir daha diriltilmeseydim ve azap görmeseydim. Katâde şöyle der: Bedbahta göre ölümden daha kötü bir şey olmadığı halde onu temennî eder.[42] Çünkü o bu durumu, tatmış olduğu ölümden daha kötü ve acı görür. [43]
28. Toplamış olduğum mal, ne bana bir fayda verdi, ne de Allah,'m azabından bir şeyi benden savdı. [44]
29. Mülküm, saltanatım, soyum ve makamım, bunların hepsi benden alındı. Şimdi ne yardımcım var, ne güven verenim; ne dostum var ne destekleyenim var. [45]
30. Yüce Allah cehennem Zebanilerine: "Bu günahkar suçlu­yu tutup kelepçeleyin" der.
Kurtubî şöyle der: Hemen yüzbin melek ona koşar, sonra elleri boy­nuna bağlanır. İşte Yüce Allah'ın âyetinin mânâsı budur.[46]
31. Sonra onu alevli büyük ateşe atın da, sıcağında yan­sın. [47]
32. Sonra onu, yetmiş arşın uzunluğundaki bir zincir içinde sokun. İbn Abbâs şöyle der: Bu, melek arşını ile­dir. Zincir onun dübüründen girip boğazından çıkar. Sonra da başı ile ayaklan birleştirilir.[48] Zincir, dizilmiş halkalardır. Her halka diğerine takılıdır. Suçlu onunla, hareket edemeyecek bir şekilde sarılır.
Yüce Allah o şiddetli azabı açıkladıktan sonra şöyle buyurarak bunun sebebini açıkladı: [49]
33. Çünkü o, Allah'ın birliğini ve yüceliğini tas­dik etmiyordu. Ebû Hay yân şöyle der: Yüce Allah, azabın en büyük sebebi­ni anlatarak başladı ki, o da Allah'ı inkârdır. Bu, mukadder bir soruya cevap olarak verilmiş ve sebep bildiren müstakil bir cümledir. Sanki birisi, "Allah niçin bu derece büyük azapla cezalandırır?" diye sormuş ta, ona "Çünkü o Allah'a inanmıyordu" diye cevap verilmiştir.[50]
34. O ne kendisini ne de başkasını, yoksulları yedirmeye teşvik ediyordu. Tefsirciler şöyle der: Yüce Allah, "Yedirmiyordu" yerine "teşvik etmiyordu" buyurdu ki, teşvik etmeyenin durumu böyle olunca, iyilik etmeyen ve sadaka vermeyenin durumunun ne olacağına dik­kat çeksin. [51]
35. Âhirette onun. azabı savacak herhangi bir ar­kadaşı yoktur. Çünkü arkadaşları ondan ayrılıp kaçarlar. [52]
36. Onun için, cehennem ehlinin yaralarından akan irinden başka bir yemek yoktur.[53]
37. Onu ancak, suç ve günah işleyen suçlu ve günahkârlar yer. Tefsirciler şöyle der: "Kasıtlı olarak günah işleyen" mânâsına gelen kelimesinin çoğuludur. ise, kasıtsız, hatâ ola­rak bir şey yapan demektir. Onun içindir ki Yüce Allah, demeyip dedi.
Yüce Allah cennet ehli olan mutlu kimselerin durumuyla cehennem ehli olan bedbahtların durumlarım anlattıktan sonra, sözü, Kur'an'm yüceli­ğini anlatarak bitirdi: [54]
38, 39. Görünen ve görünmeyen şeyle­re yemin ederim. Gördüğünüz ve görmediğiniz şeylere yani gözlerin önünde olan ve gözlerin görmediği şeylere yemin ederim... deki olumsuzluk edatı eğildir, yemini pekiştirmek için getirilmiştir.[55] Fahreddin Râzî şöyle der: Âyet, umum ve genellik ifade eder. Çünkü âyet iki kısmın yani görünen ve görünmeyen şeylerin dışında olmaz. Dolayısıyle yaratıcıyı ve yaratılmışları, dünya ve âhireti, beden ve ruhu, insan ve cinni, açık ve gizli olan nimetleri kapsar.[56] Katâde şöyle der: Âyet, Yüce Allah'ın bütün mahlûkâtını içine alır. Atâ da şöyle der: Gördüğünüz kudret eserlerine ve gör­mediğiniz kudret sırlarına yemin ederim.[57]
40. Kuşkusuz bu Kur'an, Allah kelamıdır. Onu şerefli bir elçi yani Muhammed (s.a.v) okuyor. Kurtubî şöyle der: Burada elçi den maksat Muhammed (s.a.v)'dir. O, Kur'an'ı okuduğu ve Allah'tan tebliğ ettiği için, söz ona nisbet edilmiştir.[58]
41. Kur'an, iddia ettiğiniz gibi, bir şâir sözü değildir. Çünkü o, bütün şiir vezinlerine aykırıdır. O ne bir şiirdir, ne de nesir. Bu Kur'an'a ne de az inanıyorsunuz?! Burada "az"dan maksat şudur: Onlar, Kur'an'm Allah'tan olduğuna inanmıyorlar, yani onu asla kabul etmiyorlar. Araplar, "bize gelmiyor" mânâsında derler.[59]
42. O, gaybı bildiğini iddia eden bir kâhinin sözü de değildir. Çünkü Kur'an, üslûbu ile kâhinlerin seci'ine uymaz. Ne de az öğüt ve ibret alıyorsunuz?! [60]
43. O, İzzet sahibi Yüce Allah'ın indirmesidir. Nite­kim Yüce Allah meâlen," Muhakkak ki Kur'an, Âlemlerin Rabbinin indir­mesidir. Onu Rûhu'1-emin, uyarıcılardan olasın diye, apaçık Arap dili ile senin kalbine indirmiştir"[61] buyurmuştur. Âyetten maksat, Rasulullah (s.a.v)'ı, müşriklerin O'na nisbet ettiği sihir ve kâhinlik iddiasından uzak tut­maktır.
Bundan sonra Yüce Allah, Kur'an'm Allah katından olduğunu en bü­yük delil ile pekiştirmek üzere şöyle buyurdu: [62]
44. Muhammed bazı sözler uydurarak söyle­mediğimizi, demediğimiz şeyleri bize nisbet etseydi, [63]
45. Mutlaka güç ve kuvvetimizle ondan intikam alır­dık.[64]
46. Sonra kalbinin damarını keserdik de ölürdü. Kur­tubî şöyle der: Vetîn, kalbin bağlı olduğu damardır. Bu kesilince, sahibi ölür.[65] Maksat şudur: Az da olsa Allah'a bir şey nisbet etmiş olsaydı, Allah onu hemen cezalandırır, mühlet vermezdi. Çünkü yerine denilme­si küçüklük ve hakirlik ifade eder: [66]
47. Öyle yaptığı takdirde O'na ceza vermek istersek hiç biriniz bizimle O'nun arasına giremez ve azabımı O'ndan savamaz. Yani, Muhammed, sizin için, bize karşı yalan söylemez. Zira o bilir ki, eğer söylerse mutlaka O'nu cezalandırırız ve hiç kimse azabımızı O'ndan savamaz.[67]
48. Bu Kur'an, kuşkusuz, Allah'tan korkan takva sahibi mü'minler için bir öğüttür. Kur'an'dan sadece takva sahipleri faydalandığı için Yüce Allah sadece onları zikretti. [68]
49. Kuşkusuz biz, âyetlerinin açıklığına rağmen, sizden bu Kur'an'i yalanlayan ve onun, öncekilerin efsanaleri olduğunu id­dia edenlerin bulunduğunu biliyoruz. Bu âyette, Kur'an'ı yalanlayanlar için bir tehdit vardır. [69]
50. Kuşkusuz Kur'an, âhirette onlar için bir hasret sebebi olacaktır. Çünkü onlar, Kur'an'a iman edenlere verilen sevabı görün­ce üzüleceklerdir.[70]
51. Kur'an, kesin bir gerçektir. Onda asla bir kuşku yoktur. Aklı olan onun, Alemlerin Rabbinin kelamı olduğundan şüphe etmez. [71]
52. Yüce Rabbini kötü şeylerden ve noksanlıklardan uzak tut. Sana verdiği yüce nimetlerden dolayı O'na şükret. Bu Kur'an ni­meti, o nimetlerin en büyüğüdür. [72]

Edebî Sanatlar

Bu mübarek sûre birçok edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz:
1. âyetlerinde, korkutmak ve saygı uyandırmak için, isim tekrar edilerek itnâb yapılmıştır.
2. "Semûd ve Ad kavimleri kıyameti yalan­ladılar" âyetinden sonra ile âyetleriyle bu ka­vimlerin durumlarını açıklamıştır. Böylece daha fazla açıklamak maksadıyle icmalden sonra tafsîl yapılmıştır. Yani, "Semûd'a gelince, yok edici bir sesle helak edildiler. Âd'a gelince...". Bu âyette aynı zamanda "leffü neşr-i müretteb" sanatı vardır.
3. "Onlar sanki boş hurma kütükleridir" âyetinde mürsel mücmel teşbih vardır. Zira benzetme edatı (teşbîh edatı) zikredil­miş benzetme yönü (vech-i şebeh) zikredilmemiştir.
4. "Biz, su azınca..." âyetinde çok güzel bir istiare vardır. Zira azgınlık, insanın sıfatlarından dir. Suyun yükselmesi ve çoğalması, istiare yoluyla, insanın insana azgınlık göstermesine benzetilmiştir.
5. arasında cinâs-ı iştikak vardır.
6. Amel defteri sağ ta­rafından verilen, "alın kitabımı okuyun" der.» Yüce Allah bu âyete, Amel defteri solundan verilene gelince.." âyetiyle mukabele etmiştir. Dolasıyle bu âyette güzel bir mukabele vardır. Bu, güzelleştirici edebî sanatlardandır.
7. Görebildiklerinize ve göremedik­lerinize yemin ederim" âyetinde tıbâkselb vardır.
8. "Elbette onu kuvvetle yakaladık" âyetinde kinaye vardır. "Sağ taraf" mânâsına gelen "yemin" lafzı, güç ve kuvvetten kinaye­dir.
9. ve gibi, âyet sonlarında birbirine uygunluk vardır. Buna riayet edilmiştir. Aynı şekilde, gibi âyet sonları da birbirine uygundur. Bedf ilminde buna "sec'i murassa" denir. En iyisini Allah bilir. [73]

Bir Uyarı

Hafız İbn Kesîr, Ömer'in (r.a.) şöyle dediğini rivayet eder: Ben, müs-lüman olmadan önce, Rasulullah (s.a.v)'in peşine düşmek üzere çıktım. Onu, benden önce Mescid'e girmiş buldum. Arkasında dikildim. Hakka sûresini okumaya başladı. Kur'an'ın telifi hoşuma gitmeye başladı. Kendi kendime dedim ki: "Vallahi, Kureyş'in dediği gibi, bu bir şâirdir. Rasulul­lah (s.a.v)'. "Hiç kuşkusuz o Kur'an, çok şerefli bir elçinin sözüdür. O, bir şâir sözü değildir. Ne de az inanıyorsunuz" mealindeki âyeti okuyunca ben, "Bu bir kâhindir" dedim. Rasulullah (s.a.v), "O, bir kâhin sözü de değildir. Ne de az düşünüyorsunuz" mealindeki âyeti sûre sonuna kadar, okudu. Ömer (r.a.) diyor ki: "Bu olay üzerine İslam, tam manasıyla kalbime düştü. Ni­hayet Allah beni İslama hidayet etti.
Allah'ın yardımıyle "Hakka Sûresi"nini tefsiri bitti. [74]


[1] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/31-32.
[2] Bahr, 8/319
[3] Tefsîr-i kebîr, 30/116
[4] Buhârî, Meğâzî, 83; Tefsîr-i kebîr, 30/119.
[5] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/36-37.
[6] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/37.
[7] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/37.
[8] Ebussuûd şöyle der: Bu tekrar, kıyametin, mahlûkâtm bilgisi dışında olduğunu açıklamak suretiyle, onun korkunçluk ve dehşetini pekiştirmek içindir. Yani onun büyüklük ve kor­kunçluğunun sınırına hiç kimsenin, hemen hemen ne aklı erer, ne de böyle bir şeyi düşünebilir.
[9] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/37.
[10] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/37.
[11] Mücâhid'den rivayet edildiğine göre, âyetin mânâsı, "Taşkınlıkları yüzünden helak edil­diler" şeklindedir. Birinci görüş, Ad kavminin azabına mukabil zikredildiği için tercihe daha layıktır (Ebussuûd, 5/188).
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/37.
[12] Buhari, İst,ka, 26; Bed’ul-halk, 5; Mülim, İst,ka, 17
[13] Bu, Ali’nin (a. s.) görüşüdür. Kelbi ve İbn Abbas’tan rivayet edilmiştir.
[14] Hakka suresi, 69/11
[15] Taberi, 29-32 Kurtubi bu hadisin merfu olduğunu söyler… Ancak doğru olan şudur ki hadis mevkuf olup İbn Abbas’ın sözüdür.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/38.
[16] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/38.
[17] Ahkaf suresi, 46/25
[18] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/38.
[19] Mücahid, Hatı’eden maksat, işledikleri günah ve hatalardır der.
[20] Savi Haşiyesi, 4/240
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/38.
[21] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/39.
[22] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/39.
[23] Kurtubî, 18/263
[24] Bahr, 8/322
[25] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/39.
[26] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/39.
[27] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/39.
[28] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/39.
[29] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/39.
[30] Birinci görüş İbn Zeyd'in görüşüdür. En açık olanı da budur. Şu hadis te bunu destekler: "Bugün Arş'ı taşıyanlar dörttür. Kıyamet günü, Allah bir başka dört melekle onları takviye edecek ve böylece sekiz olacaklardır." (Bkz. Taberî, 29/38)
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/39.
[31] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/39-40.
[32] Tefsîr-i kebîr, 30/111
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/40.
[33] Kurtubî, 18/270
[34] Kurtubî, 18/270
[35] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/40.
[36] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/40.
[37] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/40.
[38] Teshil. 4/143
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/40.
[39] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/40-41.
[40] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/41.
[41] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/41.
[42] Taberî, 29/39
[43] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/41.
[44] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/41.
[45] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/41.
[46] Kurtubî, 18/272
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/41.
[47] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/41.
[48] Tesîr-i kebîr, 30/114. Hasan Basrî, "Bunun hangi arşınla olduğunu Allah daha iyi bilir" der.
[49] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/41.
[50] Bahr, 8/326
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/42.
[51] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/42.
[52] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/42.
[53] Bunu Taberî İbn Abbâs'tan nakletmiştir. Kaîâde, "Bundan inaksal, en kötü, en pis ve en âdi yemektir" der.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/42.
[54] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/42.
[55] Tercih olunan görüş budur. Yerriinm cevabı olan " Kuşkusuz o, çok şerefli bir elçinin sözüdür" âyeti bunun delilidir. Bazılarına göre de bu olumsuzluk edatıdır. Yüce Allah sanki şöyle demiştir; "Hak açık ve görünür
oiduğundan bu iş için yemine ihtiyaç yok­tur."
[56] Tefsîr-i kebîr, 30/116
[57] AİÛsî, 29/52
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/42-43.
[58] Kurtubî,
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/43.
[59] Tefsîr-i kebîr, 30/117
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/43.
[60] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/43.
[61] Şuarâ sûresi, 26/192-195
[62] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/43.
[63] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/43.
[64] Bu, İbn Abbâs ve Mücâhid'in verdiği manadır.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/43.
[65] Kurtubî, 18/276
[66] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/43.
[67] Hâzin, 4/148
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/43-44.
[68] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/44.
[69] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/44.
[70] Açık olan şu ki, bu zamir Kur'an'a râci'dir. Taberî ise, "Yalanlama, kafirler için pişman­lık ve hasret sebebi olacaktır"der. Bu, Mukâtü'in görüşüdür.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/44.
[71] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/44.
[72] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/44.
[73] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/44-45.
[74] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/45.

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder