TÛR SÛRESİ
. 9
TÛR SÛRESİ
Mekke'de inmiştir. 49
âyettir.
Takdim
Tûr Suresi Mekke'de inen
sûrelerdendir. Bu sûreler İslam inancı konusunu işler ve bu akidenin esaslarını
yani "Allah'ın birliği, Peygamberlik, öldükten sonra dirilme ve hesap"
konularından bahseder.
Bu mübarek sûre, âhiretin sıkıntı ve şiddetlerinden ve o korkunç yerde yani
hesap yerinde kâfirlerin karşılaşacağı şeylerden söz ederek başlar. Azabın,
kâfirlere mutlaka ineceğine, onu hiçbir engelin önleyemeyeceğine ve onu hiçbir
şeyin savamayacağına yemin eder. Konunun önemine dikkat çekmek için, beş şeyle
yemin edilmiştir.
Daha sonra sûre, Naîm cennetlerinde, koltuklar üzerinde karşılıklı o-turan
takva sahibi mü'minlerden bahseder. Yüce Allah onlara
her türlü mutluluğu birlikte vermiştir: Güzel gözlü huriler, neslin ve
çocukların bir arada bulunmaları, her türlü yiyecek ve içecek şeylerden yani,
hoşa giden ve iştah çekilen çeşitli meyvelerden ve etlerden faydalanma ve yeme
olacaktır. Bunların dışında, orada bulunan, hiçbir gözün görmediği, hiçbir
kulağın işitmediği ve hiç bir insanın aklından geçmeyen çeşitli nimetlerden
faydalanılacaktır.
Yine bu sûre Hz. Peygamber (a.s)'in peygamberliğini anlatır ve ona,
kendisi ve peygamberliği hakkında müşriklerin, söylediğine ve iftiracıların
iftirasına aldırış etmeden suçlu kâfirleri uyarmasını ve onlara gerçeği
hatırlatmasını emreder. Allah (c.c), Muhammed (a.s.)'e peygamberlik lut-fetmekle o, kâfirlerin iddia
ettiği gibi, ne bir kâhin olmuştur ne de bir deli.
Daha sonra bu sûre, müşriklerin,
Peygamber'in (a.s.) nübüvveti hakkındaki bâtıl iddialarını reddeder ve onlara,
batılın belini kıracak kesin ve kuvvetli delillerle cevap verir. Onun
peygamberliğinin doğruluğuna delil getirir.
Bu mübarek sûre, kınama ve
azarlama yoluyla, kâfirler ve putlarıyla alay ederek sona erer. Onların,
şiddetli inatlarını ve aşırı azgınlıklarını açıklar. Peygamber (a.s.)'e de,
Allah'ın yardımı gelinceye kadar, onun yolunda eziyetlere katlanarak
sabretmesini emretti. [1]
İsmi
Yüce Allah, bu mübarek sûreye
Hz. Musa (a.s) ile konuştuğu Tûr dağına yemin ederek
başladığı için, buna Tûr Sûresi denildi. Tûr dağı, kendisine yeryüzündeki diğer
dağlardan daha şerefli bir yer kılan ilâhî feyiz, tecelli ve nurlara mazhar olmuştur. [2]
Bismillâhirrahmânirrahîm
I, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8. Tûr'a, yayılmış ince deri üzerine satır satır yazılmış Kitâb'a, ma'mûr eve, yükseltilmiş tavana, tutuşturulmuş denize andolsun ki, Rabbinin azabı mutlaka vuku bulacaktır. Ona
engel olacak hiçbir şey yoktur.
9. O gün gök,
şiddetli bîr şekilde çalkalanır.
10. Dağlar
yürüdükçe yürür.
11.
Yalanlayanların vay hâline o gün!
12. Onlar, o
daldıkları batıl içinde oynayıp duranlardır.
13, 14. O gün
cehennem ateşine şiddetle itilip atılırlar da, "İşte yalanlayıp durduğunuz ateş
budur" denilir.
15. Bir büyü
müdür bu, yoksa görmüyor musunuz?
16. Girin
oraya, sabretseniz de sabfetmeseniz de artık sizin
için birdir. Size ancak yaptıklarınızın karşılığı
verilecek.
17. Şüphesiz
takva sahipleri cennetlerde ve nimet içindedirler.
18. Rablerinin
kendilerine verdiklerinden yararlanırlar. Rableri onları cehennem azabından
korumuştur.
19, 20. Onlara
"Yaptıklarınıza karşılık sıra sıra dizilmiş koltuklara
yaslanarak afiyetle yeyin, için" (denilir.) Biz onları, güzel gözlü hurilerle
de evlendirdik.
21. İman eden
ve zürriyetleri de îman ile kendilerine tâbi olanlar (var ya!), işte biz, onların nesillerini de kendilerine kattık.
Onların amellerinden de bir şey eksiltmedik. Herkes kazandıklarına karşı bir
rehindir.
22. Onlara
canlarının istediği meyva ve etten bol bol verdik.
23. Orada bir
kadehi kapışırlar ama onda ne saçmalama vardır ne de günaha
sokma.
24. Kendilerine
âit birtakım gılmanlar onların etrafında divan
dururlar. Bu gençler sanki sedefine gizlenmiş inciler gibi pırıl
pırıldırlar.
25.
Cennettekiler birbirlerine dönüp sorarlar:
26. Derler ki:
Daha önce biz, ailemiz içinde korkardık.
27. Allah bize
lütfetti de bizi vücudun içine işleyen azaptan korudu.
28. Gerçekten
biz bundan önce O'na yalvanyorduk. Çünkü iyilik eden,
esirgeyen ancak O'dur.
Kelimelerin İzahı
Rakk ve
rıkk, üzerine yazı yazılan ince deri demektir. Ebu Ubeyde şöyle der: Rakk, kağıt manasınadır. Cevheri der ki: Rakk, üzerine yazı yazılan şey, yani "ince deri"
demektir.[3]
Mescûr,
"tutuşturulmuş ateş" demektir. "Ateşi yaktım" mânâsında
denir.
Hareket edip sallanır. Birşey hareket edip sallandığında, gelip gittiğinde denir.
Geniş zamanı maştan dir. Cerîr şöyle der:
Ölülerin kam Dicle'de çalkalanıp
durdu. Neticede, Dicle'nin suyu kırmızilaştı.[4] Şiddet ve zorla itilirler. Zorla ve
horlanarak atmak demektir.
Onları
eksilttik.
Rahîn;
hapsedilmiş, rehin alınmış.
Semûm, ter
deliklerine nüfuz eden sıcak rüzgâr. [5]
Âyetlerin Tefsiri
1, 2, 3. Tûr'a
ve yayılmış ince deri üzerine satırlar halinde yazılmış Kitaba yemin ederim.
Yüce Allah, üzerinde Musa (a.s.) ile konuştuğu Tûr Dağına ve peygamberlerin
sonuncusuna indirdiği Kitaba, yani dürülmemiş ve mühürlenmemiş, yayılmış ince
deri üzerine yazılmış Kur'an-ı Kerim'e yemin etti.
Kurtubî şöyle der: Yüce Allah, üzerinde Musa (a.s.)
ile konuştuğu Tûr Dağının şerefli ve değerli olduğunu göstermek ve ondaki
mucizeleri hatırlatmak için Tûr Dağı'na ve yazılmış Kitaba yani, mü'minlerin Mushaflardan, meleklerin de Levh-i Mahfuz'dan okudukları Kur'an'a yemin etti. Bir görüşe göre, Yüce Allah'ın kitaptan
maksadı peygamberlere indirilmiş olan diğer kitaplardır. Çünkü her kitap, ince
deride yazılmıştır. Sahibi onu okumak için açar. Rakk,
üzerine yazı yazılması için inceltilmiş deri demektir. [6]
4. İtaatkâr
meleklerin tavaf ettiği Beyt-i Ma'mûr'a yemin ederim. Beyt-i
Ma'mur, göktekiler için, yerdekilere nisbetle Kâbe-i Muazzama gibidir. Miraç hadisinde şöyle
buyrulmuştur: "Sonra bana Beyt-i Ma1-mûr arzolundu.Ben, "Ey Cebrail! Bu nedir?" dedim. O, "Bu, Beyt-i Ma'mûr'dur" dedi. "Ona her
gün yetmişbin melek girer. Bir defa oradan çıktılar
mı, bir daha oraya dönmezler. Bu onların (ilk ve) son girişidir"[7]
İbn Abbas Şöyle der: O,
Kabe'nin hizasında yedinci kat gökte bir evdir. Melekler orayı boş bırakmaz ve
onu şenlendirirler. Orada her gün yetmişbin melek namaz kılar. Bir daha oraya dönmezler.[8]
5. Allah'ın
gücüyle, direksiz olarak duran yüksek göğe yemin ederim. Gökyüzü evin tavanı
gibi, yeryüzünün tavanı olduğu için ona "Sakf" yani
"tavan" denildi. "Gökyüzünü korunmuş bir tavan yaptık"[9]
mealindeki âyet bunun delilidir. İbn Abbas, "Bundan maksat Arş'tır. Arş ise cennetin tavanıdır"
der. [10]
6. Kıyamet
gününde ateşlenmiş olan denize yemin ederim. "Denizler ateşlendiğinde..."[11]
Yani, deniz tutuşturulup alevli ateş haline gelip orada duranları
kuşattığında... mealindeki âyet, Bu âyetinde bu manada olduğuna delildir.[12]
7. Kuşkusuz
Allah’ın azabı kâfirlere inecektir. Bu âyet, yeminin cevabır. İbn Cevzî şöyle der: Yüce Allah, bu beş şeydeki gücünün
büyüklüğüne dikkat çekmek için, müşriklere azabın hak olduğuna dair, onlar adına
yemin etti.[13]
8. Bu azabı
onlardan savacak hiçkinıse yoktur. Ebû Hayyân şöyle der: Birinci
yemin için, sonrakiler ise atıf içindir. Üzerine yemin edilen cümle ise,
"Kuşkusuz Rabbinin azabı vuku bulacaktır" mealindeki âyettir. Azab'ın, Rabb kelimesine
izafetinde bir nükte vardır. Çünkü kulun yararına olan şeyleri bilen ve ona
sahip olan Allah'tır. Azab'ın Rabb'a, Rabb'm da ikinci şahıs
zamirine izafeti, Peygamber (a.s.) için bir emandır.
Azabın, onu yalanlayanlara ineceğini ifade eder. Ayette geçen " vuku' bulucudur"
kelimesi, " olucudur", kelimesinden daha vurguludur. Sanki o azap yüksek bir
yerde hazırlanmış olup, kimin başına inecekse hemen onun üzerine düşecektir.[14]
9. O günün
şiddetinden, gök hareket edip sarsılır. [15]
10. Dağlar
yürüdükçe yürür. Yani, dağlar ufalanıp yeryüzünden savrulur ve yayılmış toz
haline gelir. Nitekim Yüce Allah meâlen, "Sana dağlar
hakkında sorarlar. De ki, Rabbim onları ufalayıp savuracak"[16]
buyurmuştur. Hâzin şöyle der: Göğün sarsılması ve dağların yürümesindeki hikmet
uyarmak ve tekrar dünyaya dönüşün olmayacağını bildirmektir. Bu şöyledir: Yer,
gök ve bunların arasında bulunan dağlar, denizler ve diğer varlıklar dünyanın
imarı ve insanoğlununun bunlardan yararlanması için
yaratılmıştır. İnsanların tekrar dünyaya dönmeleri söz konusu olmayınca, Allah
onları da yok etti. Bu, dünyanın harap edilmesi ve âhire-tin imar edilmesi
içindir.[17]
11. O korkunç
günde helak, yok olma ve şiddetli azap, Allah'ın peygamberlerini yalanlayanlar
içindir. [18]
12. Onlar
dünyada bâtıla dalan, kendilerinden istenenden gafil olanlardır. [19]
13. O gün
onlar, cehennem ateşine şiddetle ve zorla atılacaklardır. Ebû Hayyan şöyle der: Bu şöyle
olacaktır: Cehennem bekçileri kâfirlerin ellerini boyunlarına bağlar,
perçemlerini ayaklarıyle birleştirir ve onları yüz
üstü cehenneme sürüklerler ve ateşe atılıncaya kadar enselerine vururlar.[20]
Cehenneme yaklaştıklarında cehennem bekçileri onlara şöyle der: [21]
14. İşte bu,
dünyada yalanlayıp alay ettiğiniz cehennem ateşidir. [22]
15. Onları
azarlamak ve ayıplamak için, devamla derler ki: Gözlerinizle gördüğünüz bu azap
bir büyü mü? Yoksa siz, dünyada hayrı ve imanı görmediğiniz gibi, bugiin de kor müsünüz? Ebus-suud şöyle der: Yüce Allah'ın, "Bu bir büyü mü?" Sözü,
onları kınamak ve azarlamaktır. Çünkü onlar, hakkı söyleyen Kur'an'a "Sihir" diyorlardı. Sanki onlara şöyle
denilir: "Siz, Kur'an hakkında, bu bir sihirdir diyordunuz. Öyleyse, bu
azap ta mı sihir, yoksa gözleriniz, dünyada kapatıldığı gibi kapatılmış mıdır?[23]
16. Bu da başka
bir kınamadır. Onun şiddetine katlanın. O azaba ister sabredin ister
sabretmeyin. Sabır da sabırsızlık da
sizin için birdir. Çünkü siz, cehennemde ebedî kalacaksınız. Sadece, yapmış olduğunuz çirkin amellerin,
yani inkâr ve yalanlamanın karşılığını alacaksınız. Rabbin, hiç kimseye
zulmetmez.
Yüce Allah, Kur'an-ı Kerim'in teşvik ve korkutmayı bir arada yapma
hususundaki üslubu üzere, bedbaht kâfirlerin durumunu anlattıktan sonra mutlu
mü'minlerin durumunu anlattı: [24]
17. Dünyada
emirlerine sarılmak ve yasaklarından kaçınmak suretiyle Rabblerinden korkanlar, âhirette
büyük bahçelerde ve ebedî nimetler içersinde olacaklardır. [25]
18. Rablerinin
kendilerine ihsan ettiği iyi şeyler, ikramlar ve yiyilecek, içilecek, giyilecek, binilecek çeşitli şeyler ve
cennetin diğer lezzetli nimetlerinden faydalanır ve zevk alırlar. Rabları onları cehennem azabından korumuş ve şiddetini
onlardan uzaklaştirmıştır. İbn Kesir şöyle der: Bu cehennemden koruma, içinde, hiçbir
gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiç kimsenin aklına gelmeyen
sevinç verici şeylerin bulunduğu cennete girmenin yanında ayrı bir nimettir.[26]
19. Onlara
şöyle denir: Takdim ettiğiniz iyi ameller sebebiyle, gamsız ve kedersiz olarak
afiyetle yiyin, için. Bundan sonra Yüce Allah, onların yeme ve içme anındaki
durumlarını bildirmek üzere şöyle buyurdu: [27]
20. Yanyana dizilmiş ve inci ve yakutlarla süslenmiş altın
koltuklar üzerinde yüzyüze otururlar demektir. Nitekim
Yüce Allah mealen, "Koltuklar üzerine karşılıklı
kurulmuş oldukları halde..."[28]
buyurmuştur.[29]
Hadiste de şöyle buyrulmuştur: Kişi, kırk sene kadar
bir koltuğa yaslanır. Ondan ne ayrılır ne de bıkar. Canının istediği ve gözüne
hoş görünen her şey ona gelir.[30]
Onlara hurilerden güzel ve salih eşler verdik. Hûrîler
gözleri iri beyaz kadınlardır. Hûr, çok beyaz olma mânâsına gelen ". haver" kökündendir.. ayna kelimesinin çoğulu olup,
iri gözlü demektir
Gözlerin iriliği ile
birlikte beyazlık, güzelliğin son
derecesi demektir. [31]
21. Onlar mü'min kişiler olup, çocukları da onlar gibi iman
etmişlerdir. Her ne kadar çocuklar, babalann ameline
ulaşmasalar da, gözleri aydın olsun diye, onları babalarına kattık. İbn Abbas şöyle der: Yüce Allah
cennette, her ne kadar çocuk, ameliyle babasının derecesine ulaşmasa da,
babanın gözü aydın olsun diye mü'minin zürriyetini de
onun derecesine yükseltir". İbn Abbas daha sonra bu âyeti okudu.[32]
Zemahşerî de şöyle der: Yüce Allah, cennettekiler
için, manevi mutluluk, hurilerle evlenme, mü'min
kardeşlerle arkadaşlık, çocukların ve soylarının kendileriyle birlikte
bulunmaları sebebiyle çeşitli sevinçleri bir araya toplar.[33]
Bunu yaparken, babaların amellerinin sevabından da hiçbir şey eksiltmeyiz. Ebû Hayyan şöyle der: Yani, Yüce
Allah kusur edeni, güzel amel işleyene katar. Güzel amel işleyenin sevabından da
hiçbir şey eksiltmez.[34]
Her insan, ameline karşılık rehindir. İster baba olsun, ister oğul olsun,
başkasının günahı ona yüklenmez. İbn Abbas şöyle der: Cehennemlikler, amelleri karşılığında rehin
tutulur. Cennetlikler ise nimetlerine kavuşurlar.[35]
Hazin de şöyle der: Âyetteki "kişiden maksat kâfirdir. Yani, her kâfir yaptığı
şirk sebebiyle, ameli karşılığında cehennemde rehin tutulmuştur. Mü'min, ameli karşılığında rehin olmaz. Zira Yüce Allah
mealen, "Her nefis, kazandığına karşılık bir rehindir.
Ancak, amel defterleri sağ taraflarından verilenler hariç"[36]
buyurmuştur.[37]
Yüce Allah, bundan sonra onlara va'dettiği lütuf ve
nimeti anlattı: [38]
22. Onlara
verilen nimetlerden fazla olarak beğenilen ve hoşa giden çeşitli meyveler ve
etler veririz. [39]
23. Cennette,
zevk alıp arkadaşlık etmek için, birbirlerine şarap kaseleri alıp verirler.
Alûsî şöyle der: Çok sevinçli olduklarından dolayı,
dünyada içki arkadaşlarının yaptıkları gibi, o kaseleri oyun oynar gibi
birbirlerine uzatıp alırlar.[40]
İçki içilmesi sebebiyle aralarında saçmalama olmaz ki, âdi sözler konuşsunlar.
Onlara dünyada şarap içene gereken günah da yazılmaz. Katâde şöyle der: Yüce Allah, dünya şarabının pisliklerinin
ve eziyetlerinin âhiret şarabında olmadığım bildirdi.
Onun baş ve karın ağrısı yapmadığını ve aklı gidermediğini haber verdi. Aynı
zamanda, insanları faydasız boş, saçma ve müstehcen söz söylemeye sevketmedîğini de bildirdi. Onu, manzarası ve görünüşü güzel
ve tadı hoş diye niteledi: "Berraktır, içenlere lezzet verir. O içkide ne
sersemletme vardır. Ne de onunla sarhoş olurlar"[41]
24. Yüce
Allah'ın, onların hizmetine tahsis ettiği hizmetçiler, etraflarında dolaşırlar.
Onlar güzellik, beyazlık ve parlaklıkta, sedefte korunmuş inci gibidirler. Kurtubî şöyle der: Bir görüşe göre, bu hizmetçiler,
müşriklerin çocuklarıdır. Onlar cennettekilerin hizmetçileridir. Oysa cennette
ne yorgunluk vardır, ne de hizmete ihtiyaç vardır. Fakat Yüce Allah, mü'miıılerin son derece rahatlık ve nimet içinde ol-duklannı bildirmiştir.[42]
25. Cennet ehli
sohbetin zevkini tatmak ve nimeti itiraf etmek için birbirlerine dönerek,
dünyadaki işlerini ve durumlarını birbirlerine sorarlar. [43]
26. Kendilerine
sorulanlar der ki: Biz dünya yurdunda Rabbimizden veO'nunazap ve cezasından korkuyorduk. [44]
27. Yüce Allah
bize bağışlanmayı ve cenneti ikram etti. Bizi, korktuğumuz şeyden emin kıldı ve
çok sıcak rüzgârın tesiri gibi ter deliklerine nüfuz eden cehennem azabından
korudu. İşte "Se-mûm" denilen azap budur. Fahreddin Râzî şöyle der: Âyet,
cennet ehlinin, dünyada başlarından geçenleri bileceklerine ve onları
hatırlayacakları na işaret etmektedir. Aynı şekilde,
kâfirin de, dünyada İçinde bulunduğu nimetleri unutmayacağım gösterir. Bu
hatırlama sonunda, mü'minin aldığı zevk artar. Çünkü
o, kendisinin darlıktan bolluğa, hapisten cennete çıktığını görür. Kâfirin ise,
elemi artar. Çünkü o da kendisinin nimetlerden cehenneme geçtiğini görür.[45]
28. Cennet ehli
der ki: Biz dünyada Allah'a boyun eğer ve O'na yalvarır yakanrdık. Allah da bizim duamızı kabul etti ve bize lütufta
bulundu. Kuşkusuz Yüce Allah, kullarına rahmeti ve bağışlanmayı lütfeden ve
ihsanda bulunandır. Bu âyet, önceki âyetin sebebini bildirir mahiyettedir.
Mesrûk'tan rivayet edildiğine göre, Aişe (r.anhâ), "Allah bize
lütfetti de bizi, vücuda işleyen azaptan korudu. Kuşkusuz biz, bundan önce O'na
yal varıyorduk. Çünkü iyilik eden, esirgeyen ancak O'dur" mealindeki âyetleri
okudu ve şöyle dedi: Allah'ım! Bize ihsanda bulun ve bizi vücutlara işleyen
azaptan koru. Çünkü iyilik eden ve esirgeyen ancak sensin.[46]
29. (Ey
Muhammed) Sen öğüt ver. Rabbinin ni'me-tivle sen ne bir kâhinsin, ne de bir
deli.
30. Yoksa onlar
"Muhammed bir şâirdir, onun zamanın felâketlerine çarp.lmas.n. gözetliyoruz"
mu diyorlar.
31. De ki:
Bekleyin. Ben de sizinle beraber bek-leyenlerdenim.
32. Onlara
akıllan mı bunu emreder, yoksa onlar, azgın bir topluluk
mudur?
33. Yahut "Onu
kendisi uydurdu!" demek mi isterler? Bilâkis onlar îman
etmezler.
34. Eğer doğru
iseler onun benzeri bir söz getirsinler.
35. Acaba onlar
herhangi bir yaratıcısı? mı yaratıldılar? Yoksa yaratıcılar kendileri
midir?
36. Yoksa
gökleri ve yeri onlar mı yarattılar? Hayır! Onlar iyice inanıp tasdik
etmezler.
37. Yahut
Rabbinin hazîneleri onların yanında mıdır? Ya da
herşeye hâkim olan kendileri
midir?
38. Yoksa
onların üzerine çıkıp gizli sırları dinledikleri bir merdivenleri mi var?
Öyleyse onlardan dinleyen, açık bir delil getirsin.
39. Yoksa
kızlar O'nun, oğullar sizin mi?
40. Yoksa sen
kendilerinden bir ücret istiyorsun da, bu yüzden onlar ağır bir borç altında mı
kalıyorlar?
41. Yoksa gayba ait bilgiler yanlarında da onlar kendileri mi
yazıyorlar?
42. Yoksa bir
tuzak mı kurmak istiyorlar? Asıl tuzağa düşecek olanlar, inkâr
edenlerdir.
43. Yoksa
onların Allah'tan başka bir tanrısı mı var? Allah, onların ortak koştukları
şeylerden uzaktır.
44. Gökten bir
parçanın düştüğünü görseler "Üst üste yığılmış bulutlardır"
derler.
45. Artık
çarpılacakları günlerine kavuşuncaya kadar onları kendi hallerine
bırak.
46. O gün
tuzakları, kendilerine hiçbir fayda vermez ve yardım da
görmezler.
47. Şüphesiz
zulmedenlere, ondan önce de azap vardır. Fakat çokları
bilmezler.
48. Rabbinin
hükmüne sabret. Çünkü sen gözlerimizin önündesin. Kalkacağın zaman da Rabbini
hamd ile teşbih et.
49. Gecenin bir
kısmında ve yıldızların batışından sonra da O'nu teşbih
et.
Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Yüce Allah önceki âyetlerde,
kâfirlere azabın ineceğine yemin etti ve azaba çarpılanlarla ondan kurtulanların
durumlarıyle ilgili bazı şeyler anlattıktan sonra,
burada da, kâfirleri uyarmak ve mü'minlere müjde
vermek için, hatırlatma yapmasını peygamberine emretti. Yalanlayanların
akıbetlerini ve Allah'ın, Peygamberini (s.a.v.) koruyup gözetlemesini
açıklayarak bu mübarek sûreyi sona erdirdi. [47]
Kelimelerin İzahı
Raybe'l-menûn, zamanın olayları ve
musibetleri. Menûn, zaman demektir. Ebû Zueyb şöyle
der:
Zamandan ve onun musibetlerinden
mi sızlanıyorsun? Oysa ki zaman, sız-lananm gönlünü
almaz.[48]
Menûn, kesmek mânâsına gelen "men" kökünden olup
"ölüm" manasınadır. Ömürleri kestiği için bu ismi
almıştır.
Ahlâm, akıl
mânâsına gelen ün çoğuludur. "Akıllar" demektir.
Müseytırûn,
"Bir şeye hakim olan" mânâsına gelen
m çoğuludur.
Kisf, parça
demektir. Bu mânâda kisf ve kisfe kullanılır.
Çoğulu tir.
Merkum; toplanmış, birbiri üzerine
birikmiş demektir. [49]
Âyetlerin Tefsiri
29. Ey
Muhammed! Kavmine Kur'anla Öğüt ve nasihat ver.
Allah'ın sana peygamberlik ikram ve ihsan etmesiyle sen, müşriklerin İddia
ettiği gibi, ne vahy olmadan gayb şeylerden haber veren bir kâhinsin, ne de bir delisin.
Sen ancak vahy ile konuşursun. Bundan sonra Yüce
Allah, müşriklerin, Peygamber (a.s) hakkındaki bâtıl iddialarını reddetmek
üzere şöyle buyurdu: [50]
30. Yoksa o
müşrikler, "O bir şairdir, başına zamanın musibetleri gelsin diye bekliyoruz.
Neticede yok olsun da, biz de ondan kurtulalım" mı diyorlar? Hâzin şöyle der:
Raybu'l-menûn, zamanın
hadiseleri ve musibetleridir. Maksatları
şudur: Bekleyelim, Peygamber (a.s.)den önce, şairlerin zaman içinde yok
olup gittikleri gibi, o da yok olup gidecektir. Menûn,
ölümün ve zamanın ismidir. Asıl mânâsı "kesmek"tir.
Ölüm ve zaman, eceli kestikleri için onlara bu ad verilmiştir.[51]
31. Ey
Muhammed! Onlara de ki: Benim ölümümü bekleyin. Siz benim yok olmamı
beklediğiniz gibi, ben de sizin yok olmanızı beklemekteyim. Bu, tehdit ve
korkutmayla birlikte onlarla alay etmedir. [52]
32. Yoksa,
akıllan mı onlara bu yalan ve iftirayı emrediyor? Bu, müşriklerle başka bir
alaydır. Bilakis onlar, inkâr, azgınlık, kibir ve inatta sının aşan bir
kavimdir. Hâzin der ki: Kureyş ileri gelenleri akıllı
ve zeki diye nitelenirlerdi. Ancak, akıllan kendilerine hakkı bâtıldan ayırma semeresini vermeyince Yüce Allah onların akı Harı
yle alay etti."[53]
33. Yoksa o
müşrikleri, "Muhammed Kur'an'ı kendiliğinden uydurdu"
mu diyorlar? Kurtubî şöyle der: Tekavvül, sözü, olduğundan başka türlü söylemek
demektir. Ancak, çoğu zaman yalanda
kullanılır. "Söylemediğim şeyi iddia ettin" mânâsında denir. " Birisi hakkında,
söylemediği şeyi "söyledi" diye iftira attı" demektir.[54]
İş, onların iddia ettiği gibi değildir. Bilakis onlar, kibir ve inatlarından,
Kur'an'a inanmıyorlar. Bundan sonra Yüce Allah, onları
delille susturdudu:
[55]
34. "Kur'an'ı Muhammed uydurdu" sözlerinde doğru iseler,
nazmında, güzelliğinde ve açıklamasında Kur'an'a
benzer bir söz getirsinler. Bu, kınama ile birlikte onları acze düşürme
emridir. [56]
35. Yoksa onlar
bir Rab ve yaratıcı olmadan mı yaratıldılar? İbn
Abbas, "Yoksa onlar, kendilerini yaratan ve takdir
eden bir Rab olmadan mı yaratıldılar?" manasınadır der.[57]
Yoksa onlar kendi kendilerini mi yarattılar da, böyle cür'et gösteriyor ve Yüce Allah'ın varlığını inkâr
ediyorlar? [58]
36. Yoksa
gökleri ve yeri onlar mı yarattı? Göklerin ve yerin büyüklüğü ve şerefinden
dolayı, Yüce Allah diğer mahlûkât arasından özellikle bu ikisini zikretti.
Bundan sonra Yüce Allah, birliğini inkâr etmelerinin sebebini açıklamak üzere
şöyle buyurdu: Bilakis onlar, Allah'ın birliğine ve öldükten sonra
diriltebileceğine inanıp tasdik etmiyorlar. Bundan dolayı da, yaratanı inkâr
ediyorlar. Hâzin şöyle der: Yani, kendilerini yaratan bir şey olmadan mı
yaratıldılar? Yaratıcısız mı meydana geldiler? Bu, olması caiz olmayan şeylerdendir. Çünkü yaratmak için,
bir yaratıcının olması zarurîdir. Binaenaleyh, yaratıcıyı inkâr ettikleri
takdirde, yaratıcısız meydana gelmeleri caiz değildir, Yoksa onlar, kendi
kendilerini mi yarattılar? Bu, daha çok bâtıldır. Çünkü var olmayan şey, nasıl
yaratır? Bu iki şekil de bâtıl olduğuna göre, onların bir yaratıcı olduğuna dair
aleyhlerine delil gelmiş oldu. O halde O'na iman edip birlesinler, O'na ibadet
etsinler ve O'nun, Rableri ve Yaratıcıları olduğuna kesin inansınlar.[59]
37. Yoksa
Allah'ın rahmet ve rızık hazineleri onların yanında mı
ki peygamberliği dilediklerine versinler, dilediklerine vermesinler, İbn Abbas şöyle der: "Rabbinin
hazineleri"nden maksat yağmur ve rıziktır. İkrime ise, "Bundan maksat peygamberliktir" der.[60]
Veya her şeye gücü yeten ve üstün olan onlar mı ki, mahlukat üzerinde
diledikleri gibi tasarruf ederler. Hayır, bilakis yaratan, mülke sahip olan ve
tasarrufta bulunan sadece Yüce Allah'tır. Atâ şöyle der: dan maksat şudur:
Onlar, rablar mıdır ki, dilediklerini yapıp herhangi-
bir emir ve yasak altında bulunmasınlar?![61]
38. Yahut
göklere uzanan merdiven ve asansörleri mi var da orada meleklerin konuşmalarını
ve vahyi dinleyip haklı olduklarını anlıyor ve ona sarılıyorlar, Bunu iddia
eden, kimse Muhammed'in (a.s) kesin delil getirdiği gibi, gökleri dinlediklerine
dâir açık ve kesin delil getirsin.
Bundan sonra Yüce Allah, o bâtıl
iddialardan daha çirkin ve daha âdı şeyden dolayı onları kınadı. Bu da, Allah'ın
kızları olduğunu söylemeleri ve böylece, kendilerinin hoşlanmadıkları şeyi
Allah'a vermeleridir. [62]
39. Yoksa
kızlar onun, oğullar sizin mi? Yani, ken-'diniz
kızları sevmediğiniz halde, nasıl onları Allah'a veriyor, oğulları kendinize
alıyorsunuz? Bu insaf ve mantığa sığar mı? Kurtubî
şöyle der: Yüce Allah onları kınamak ve azarlamak için, onları beyinsizlikle
niteledi. Yani, kızlardan dolayı utanıp onlardan hoşlanmadığınız halde, "Onlar
Allah'ındır" mı diyorsunuz? Aklı böyle olan kimsenin, öldükten sonra dirilmeyi
inkâr etmesi uzak görülmez.[63]
Ebussuud da şöyle der: Bu, onların beyinsizliklerini
ve akıllarının az
olduğunu ifade eder. Aynı
zamanda, böyle düşünen kimsenin, melekût
âlemine yükselmesi ve gaybla ilgili sırları bilmesi
bir tarafa, neredeyse akıl sahiplerinden bile sayılmayacağını bildirir. III.
şahıstan II. şahsa dönüş, sertçe kınamak ve reddetmek içindir.[64]
40. Ey
Muhammed! İslamı tebliğ ve dinin hükümlerini öğretmek
için onlardan ücret mi İstiyorsun da, onlar bu ücret ve üzerlerine yüklediğin
ağır borç sebebiyle yorulup halsiz düşürüyorlar. Dolayısıyle sana tâbi' olmaktan uzak duruyor ve İslama girmiyorlar? Çünkü tabii olan şudur: Bir kimse bir
insana mali yük getirir ve onu borç-landınrsa, onu
ağır yük altına sokmuş ve alacaklı olmuş olur. Doiayısıyle insan o şahıstan hoşlanmaz ve sözünü dinleyip
yerine getirmez. [65]
41. Yoksa onlar
gaybi biliyorlar da Peygamber (a.s)'in kendilerine
haber verdiği âhiret, haşir ve neşir işlerinin bâtıl
olduğunu biliyor ve bu sebeble onları kesin bilgiyle
yazıyorlar. Katâde şöyle der: Bu, onların, "Muhammed
bir şâirdir, onun, zamanın musibetlerine çarpılmasını bekliyoruz" sözlerini
reddir. Yani, Muhammed'in kendilerinden önce
öleceğini mi biliyorlar da bu hükme varıyorlar?[66]
İbn Abbâs da şöyle der:
Yoksa, Levh-i Mahfuz onların yanında mı ki, orada
olanları yazıyor ve insanlara bildiriyorlar?[67]
İş böyle değildir. Çünkü, gök ve yerdekilerden hiç kimse gaybı bilmez. Ancak Ailah
bilir. [68]
42. Ey
Muhammed, Yoksa o suçlular sana komplo mu hazırlıyorlar? Tefsirciler şöyle der:
Bu âyet, müşriklerin Dâru'n-nedve'de, Peygamber (a.s.)'in öldürülmesi için tuzak
kurduklarına ve komplo hazırladıklarına işaret etmektedir. Nitekim Yüce Allah,
meâlen şöyle buyurur: "Hatırla ki, kâfirler seni tutup
bağlamaları veya Öldürmeleri veya seni yurdundan çıkarmaları için tuzak
kuruyorlardı"[69]
Muhammed (a.s.)'in peygamberliğini inkâr edenler var ya, asıl tuzağa düşenler onlardır. Çünkü bunun zararı
onlara dönecektir, vebali de onlara aittir. Nitekim Yüce Allah, meâlen şöyle buyurur: "Halbuki kötü tuzak, ancak sahibini
kuşatır."[70]
Sâvî şöyle der: İnkâr edici olduklarını tescil etmek
suretiyle, bu yaptıklarının çirkinlik ve adiliğini göstermek için "Onlar" zamiri
yerine, açık isim olarak " inkâr edenler" getirildi.[71]
43. Yoksa
onların, Allah'tan başka yaratıcıları ve nzik
vericileri var da, sıkıntı ve darlık zamanlarında ona sığınıyor, zararın ve
azabın kendilerinden savulması için ondan yardım mı istiyorlar? Yüce Allah
onların kendisine ortak koştuğu putlardan zatını uzak tuttu. Celâleyn yazarı şöyle der: Bu 15 yerde geçen edâtıyla
sorulan sorular kınama, azarama ve inkâr ifade eder.[72]
Bundan sonra Yüce Allah onların aşın azgınlık ve inatlarını bildirmek üzere
şöyle buyurdu: [73]
44. Eğer,
gökten üzerlerine inen parçaların düşmesiyle onları cezalandırsaydik, yine de yaptıklarını bırakmaz ve ondan
dönmezler ve, mutlaka alay ve inat olsun diye, "Bu inen şey birbiri üstüne
birikmek suretiyle yoğunlaşmış ve üzerimize gelmekte olan bir buluttur"
derlerdi. Ebû Hayyân şöyle
der: Kureyş'in, Rasulullah
(s.a.v)'a yaptıkları tekliflerden biri de şuydu: "Yahut iddia ettiğin gibi,
üzerimize gökten parçalar yağdırmahsm"[74]
Yüce Allah bildirdi ki, teklif ettikleri gibi bunu gözleriyle görseler dahi,
kibir ve cahillikleri onları, kesinlikle gözleriyle gördükleri şey hakkında
demogoji yapmaya sevkeder ve
şöyle derlerdi: Bu, birbiri üzerine gelmek suretiyle yoğunlaşmış, bize yağmur
getirecek bir buluttur. Yoksa, azap için düşen bir parça değildir.[75]
45. Ey
Muhammed! O korkunç gün, yani kıyamet günü ile karşılaşıncaya kadar, onları
sapıklıkları ve azgınlıkları içerisinde bırak, devam etsinler. O gün,
kendilerine, onların akıllarını giderecek azabın geleceği bir gündür.[76]
46. Dünyada
kullandıkları hile ve tuzakları, o gün onlara fayda vermez.. Azaptan hiçbir şeyi
onlardan savmaz. Hiçkimse tarafından, Allah'ın
azabından korunmazlar. [77]
47. Kuşkusuz,
inkâr edenler için, âhiret azabından önce dünyada da
çetin bir azap vardır. İbn Abbas, "Bu, kabir azabıdır" der. Mücâhid ise, "O, yedi yıl süren açlık ve kıtlıktır"der.[78]
Fakat onların çoğu, kendilerine azabın geleceğini bilmezler. [79]
48. Ey
Muhammed! Rabbinin sana yüklediği peygamberlik yükünü taşıma hususunda, Rabbinin
hükmüne sabret. Çünkü sen, bizim korumamız ve kollamamız altındasın. Biz seni
koruyup gözetiyoruz, Uykundan ve her meclisten kalktığında diyerek Rabbinı,O'na layık olmayan noksan sıfatlardan tenzih et"
İbn Abbas, "Uykudan
kalktığında Allah için namaz kıl" şeklinde tefsir eder.[80]
49. Gecenin bir
kısmında, insanlar uyurken, Kur'an okuyup namaz
kılarak Allah'ı an ve O'na kulluk et. Nitekim, bir başka âyette Yüce Allah meâlen şöyle buyurur: Gecenin bir kısmında uyanarak, sana
mahsûs bir nafile olmak üzere namaz kıl"[81]
Sabahın aydmlanma-sıyle
yıldızların kaybolduğu ve gecenin gittiği zamanda, yani gecenin sonunda Allah
için namaz kıl. İbn Abbas
şöyle der: Bu, sabah namazının farzından önceki iki rekat namazdır. Hadiste
şöyle buyrulmuştur: "Sabah namazının iki rekatı,
dünyadan ve içindekilerden daha hayırlıdır"[82]
Edebî Sanatlar
Bu mübarek sûre, birçok edebî
sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz.
1. Arasında
cinâs-ı iştikak vardır.
2. Girin oraya.
İster sabredin, ister sabretmeyin" âyetinde kınama ve horlama vardır. Aynı
zamanda ile arasında tıbâk-ı selb vardır. Ki bu,
güzelleştirici edebî sanatlardandır.
3. "Sanki
onlar, sedefine gizlenmiş incilerdir" cümlesinde mürsel mücmel teşbih vardır. Burada vech-i şebelı hazfedilmiş ve
mücmel olmuştur.
4. "Zamanın
musibetleri" terkibinde, istiâre-i tebaiyye vardır.
Zamanın hadiseleri, ve "Şek" mânâsına gelen reyb'ten
her birinde, şaşkınlık ve durumda kalmama vasıfları bulunduğu için, zamanın
hadiseleri, reyb'e benzetilmiş ve istiâre-i tebaiye yoluyla, "Reyb" lafzı,
zamanın musibetleri için müsteâr olarak kullanılmıştır.
5. "Yoksa
akılları mı, onlara bunu emrediyor?" cümlesinde alay üslubu vardır. Bu, onların
akıllarıyle alay etme üslubuyla
söylenmiştir.
6. "Yoksa
kızlar onun oğullar sizin mi?" âyetinde, onları daha fazla kınayıp azarlamak
için, III. şahıs zamirinden, II. şahıs zamirine dönüş
vardır.
7. "Gökten bir
parçanın düştüğünü görseler" cümlesinde, takdir ve farzetme üslubu vardır. Yani, bunu görecek olsalardı dahi,
söylediklerini mutlaka söylerlerdi.
8. Gibi âyet
sonlarında, akıcı ve sağlam bir seci' vardır. ve benzeri âyet sonlarında da aynı
şey vardır. [83]
Faydalı Bilgiler
Cübeyr b.
Mut'im'in şöyle dediği rivayet olunur: Bedir esirleri
hakkında Rasulullah (s.a)'a sormak için Medine'ye
geldim. Onu, akşam namazında, âyetlerini okurken buldum. "Rabbinin azabı
mutlaka vuku bulacaktır. Ona engel olacak hiçbir şey yoktur" mealindeki âyeti
okuyunca, kalbim çatlar gibi oldu. Azabın inmesinden korkarak müslüman oldum. "Onlar, yaratıcısız mı yaratıldılar, yoksa
kendileri mi yaratıcılar? Yoksa gökleri ve yeri onlar mı yarattılar? Hayır,
onlar inanmazlar" mealindeki âyete gelince kalbim uçayazdı.[84]
Allah'ın yardımıyle "Tur Sûresi" nin
tefsiri bitti. [85]
[1] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/197.
[2] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/198.
[3] es-Sıhah,
maddesi.
[4] Kurtubî,
17/63
[5] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/201.
[6] Kurtubî,
17/59
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/201-202.
[7] Müslim, İman, 264
[8] Muhtasar-i İbn Kesîr,
3/388
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/202.
[9] Enbiyâ sûresi, 21/32
[10] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/202.
[11] Tekvîr sûresi,
81/6
[12] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/202.
[13] Zâdu'l-mesîr, 8/48
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/202.
[14] Batır, 8/148. Âyette, mü'minin
kalbini yerinden oynatacak şiddetli olaylar anlatılmaktadır. Cübeyr b. Mut'ım'in şöyle dediği
rivayet olunur: Bedir esirleri hakkında sormak için Medine'ye geldim. Onu akşam
namazında, "Tur Dağı'na ve yazılmış kitaba yemin ederim" âyetinden "Ona engel
olacak hiçbir şey yoktur" âyetine kadar okur buldum. Kalbim çatlar gibi oldu.
Azabın inmesinden korkarak müslüman oldum. Azab inmeden yerimden kalkabileceğimi
zannetmiyordum.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/202-203.
[15] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/203.
[16] Tâhâ sûresi,
20/105
[17] Hâzin, 4/107
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/203.
[18] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/203.
[19] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/203.
[20] Bahr,
8/147
[21] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/203.
[22] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/203.
[23] Ebussuud, (Razi tefsiri Hamişinde), 7/697
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/203.
[24] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/204.
[25] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/204.
[26] Muhtasar-t İbn Kesir,
3/390
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/204.
[27] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/204.
[28] Saffat,
37/44
[29] Muhtasar-ı İbn Kesir,
3/290
[30] İbn Ebî Hatim rivayet etmiştir. Bkz.
İbn Kesir Tefsiri 7/407 varyantı için bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned
3/75
[31] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/204.
[32] Kurtubî,
17/66
[33] Keşşaf, 4/272
[34] el-Bahr, 8/149. Bu, İbn Abbas'ın
tefsiridir.
[35] Kurtubî,
17/68
[36] Müddessir Suresi,
74/38-39
[37] Hâzin, 4/208
[38] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/204-205.
[39] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/205.
[40] Ruhu'l-meani, 27/34
[41] Sâffât sûresi, 37/46-47,
Muhtasar-ı İbn Kesir, 3/391
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/205-206.
[42] Kurtubî,
17/69
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/206.
[43] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/206.
[44] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/206.
[45] Tefsîr-i kebîr, 7/705
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/206.
[46] Muhtasar-ı İbn Kesîr,
3/392;
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/206.
[47] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/209.
[48] Zâdu'l-mesîr, 8/54. Bkz. Cevheri, Sıhâh, ilgili
madde.
[49] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/209.
[50] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/209.
[51] Hâzin, 4/209
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/209.
[52] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/210.
[53] Hâzin. 4/209
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/210.
[54] Kurtubî,
17/73
[55] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/210.
[56] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/210.
[57] Kurtubî,
17/74
[58] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/210.
[59] Hâzin, 4/210
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/210-211.
[60] Kurtubî,
17/74
[61] Zâdu'l-mesîr, 8/57
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/211.
[62] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/211.
[63] Kurtubî,
17/76
[64] Ebussuud,
5/175
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/211.
[65] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/211-212.
[66] İbnu'l-Cevzî, Zâdu'i-mesîr, 8/58
[67] Kurtubî,
17/76
[68] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/212.
[69] Enfâl sûresi,
8/30
[70] Fâtır sûresi,
35/43
[71] Sâvî,
4/134
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/212.
[72] Celâleyn,
4/221
[73] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/212.
[74] Tsrâ sûresi,
17/92
[75] Bahr,
8/153
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/212-213.
[76] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/213.
[77] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/213.
[78] Bahr,
8/153
[79] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/213.
[80] Zâdu'l-mesîr, 8/61
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/213.
[81] İsrâ sûresi,
17/79
[82] Müslim, Müsâfirîn, 96,97;
Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/395
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/213.
[83] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/214.
[84] Bkz. el-Bahr, 8/148
[85] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/214.
Kaydol:
Kayıt Yorumları
(
Atom
)
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder