Maide(1)
MAİDE SURESİ
Medine'de inmiştir 120
âyettir.
Takdim
Mâide sûresi, Medine'de inen uzun
sûrelerden biridir. Medine'de inen Bakara, Nisa ve Enfâl sûrelerinde olduğu
gibi, bu sûre de, inançla ilgili konular ile Ehl-i kitap kıssaları yanında,
çokça hukukî meseleleri kapsar. Ebu Meysere şöyle der: Mâide sûresi, Kur'an'ın
son inen sûrelerindendir. Bunda, hükmü kaldırdilmış bir âyet yoktur. İçinde 18
farz vardır.[1]
Bu sûre, Rasuiulullah (s.a.v.)
Hudeybiye'den dönerken inmiştir. Genellikle, dinî hukukî hükümleri kapsar.
Çünkü İslâm devleti yeni kurulmaktadır. Onu yıkılmaktan koruyacak ve onu
kuruluş ve istikrar yolunu çizecek İlâhî prensiplere ihtiyaç
vardır.
Bu sûrenin kapsadığı hükümleri
şöyle özetleyebiliriz: Akidler, kesilecek hayvanlar, avlanmak, ihram giymek,
Ehl-i kitap kadınlarla evlenmek, dinden dönmek, temizlik hükümleri, hırsızlığın,
yol kesiciliğin ve yeryüzünde fesat çıkarmanın cezası, içki, kumar ve yemin
keffareti ile ilgili hükümler, ihramlı iken av hayvanını öldürmek, ölürken
vasiyet etmek, bahîre ve sâibe denilen hayvanlarla ilgili hükümler, Allah'ın
şeriatı ile amel etmeyenler hakkındaki hüküm ve diğer şer'î
hükümler.
Şer'î hükümlerin yanında Yüce
Allah bu sûrede, öğüt ve ibret almak için bize bazı kıssalar da anlattı. Mesela,
Israiloğullarımn Hz. Musa (a.s.) ile olan kıssasını açıkladı, ki bu kıssa, az
sayıda azgın bir Yahudi topluluğunu misal vermek suretiyle, onların inat ve
taşkınlığına işaret eder. Bu grup peygamberleri Hz. Musa' ya "Sen ve Rabbin
gidin savaşın, biz burada oturacağız[2]
dediler. Sûre bunların Tih çölünde kırk sene kalmaları neticesinde meydana
gelen dağınıklık ve kayıplarını anlatır.
Daha sonra sûrede, Adem (a.s.)'in
iki oğlunun kıssası anlatılır.
Bu, Hâbil ile, Kabil kıssasında
misallendirilerek anlatılan ve hayır ve şer kuvvetler arasındaki şiddetli
mücâdeleye işaret eden bir kıssadır. Kıssada anlatladığına göre Kabil, kardeşi
Hâbil'i öldürmüş ve böylece yeryüzünde ilk defa çirkin bir suç işlenmiştir ve
temiz ve suçsuz kan akıtılmıştır. Kıssa, insan tiplerinden iki tipi
arzetmektedir: Bunlardan biri günahkâr kötü nefis tipi, diğeri faziletli iyi
nefis tipidir. Nitekim âyet-i kerimede, "Nihayet nefsi onu. kardeşini öldürmeye
itti de, onu öldürdü. Bu yüzden de kaybedenlerden oldu.[3] buyrulmuştur.
Sûre aynı zamanda, Hz. isa'nın bir
mucizesi olup Havarilerin önünde meydana gelen "Mâide (sofra)" kıssasını da
anlatır. Yine bu mübarek sûre, Yahudi ve Hıristiyanların batıl inançları
hakkındaki münakaşalarını anlatır. Onlar zürriyet ve oğul gibi Allah'a
yakışmayacak şeyleri O'na nisbet ettiler. Ahidlerini bozdular ve sözlerinden
döndüler. Tevrat ve İncil'i tahrif etliler. Hz. Rasulullah (s.a.v.)'in
peygamberliğini inkâr ettiler. Sûrede onların daha nice sapıklık ve bâtıl
inançları anlatılır. Bu mübarek sûre, büyük haşir günündeki korkunç durumu anlatarak son bulur. O gün
Hz. îsâ (a.s.) insanların huzuruna çağrılır ve Allah'ı bırakıp da ona ibadet
eden Hıristiyanlar! susturmak için, Rabbi ona sorar: İnsanlara, "Beni ve anamı,
Allah'tan başka iki ilâh edinin" diye sen mi dedin? der. Hz. Tsâ da: "Hâşâ seni
tenzih ederim, hakkım olmayan şeyi söylemek bana yakışmaz der[4]
Bu durum, Allah'ın düşmanlarını rezil eden ne korkunç bir durumdur! Bunun
şiddetinden saçlar ağarır, ruhlar ürperir![5]
Sûrenin Fazileti
Abdullah b. Amr b. Âs'ın şöyle
dediği rivayet olunur: Rasulullah (s.a.v.) bineği üzerinde iken ona Mâide sûresi
indi. Binek taşıyamadı. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.) bineğinden indi.[6]
İsmi
Sûrede sofra mucizesi anlatıldığı
için buna "Mâide sûresi" ismi verildi. Havariler Hz. isa'dan, hak peygamber
olduğunu göstermesi ve olayın kendileri için bir bayram olması maksadıyla bir
sofra istediler. Bunun üzerine sofra geldi. Sofra kıssası, bu sûrede
anlatılanların en dikkat çekenidir. Çünkü birçok mucizeyi ve Yüce Allah' m
büyük bir lutfunu kapsamaktadır. [7]
Rahman ve Rahîm Olan Allah'ın
Adıyla.
1. Ey iman
edenler! Akidleri yerine getiriniz. İlıramlı iken avlanmayı helâl saymamak üzere
aşağıda size okunacaklar dışında kalan hayvanlar, sizin için helâl kılındı.
Allah dilediği hükmü verir.
2. Ey iman
edenler! Allah'ın işaretlerine, haram
aya, kurbana, gerdanlıklara, Rablerinin lütuf ve rızâsını arayarak Beyt-i
Haram'a yönelmiş kimselere saygısızlık etmeyin. İhramdan çıkınca
avlanabilirsiniz. Mes-cid-i Harâm'a girmenizi önledikleri için bir topluma karşı beslediğiniz kin sizi
tecavüze sevketmesin! İyilik ve takva üzerinde yardımlasın, günah ve zulüm
üzerine yardimlaşmayın. Allah'tan korkun; çünkü Allah'ın cezası
çetindir.
3. Leş, kan,
domuz eti, Allah'tan başkası adına boğazlanan, boğulmuş, vurulup öldürülmüş,
yukardan yuvarlanıp ölmüş, boynuzlanıp
Ölmüş hayvanlar ile ölmeden yetişip kestikleriniz müstesna-canavarlann
yediği hayvanlar, dikili taşlar (putlar) üzerinde boğazlanmış hayvanlar ve fal
oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı. Bunlar yoldan çıkmaktır. Bugün
kâfirler, sizin dininizden ümit kesmişlerdir. Artık onlardan korkmayın, benden
korkun. Bugün size dininizi ikmâl ettim, size nimetimi tamamladım ve sizin
için din olarak İslâm'ı beğendim. Kim,
gönülden günaha yönelmiş olmamak üzere açlık halinde dara düşerse haramlardan
yiyebilir. Çünkü Allah çok bağışlayıcı ve merhamet
edicidir.
4. Kendileri
için nelerin helâl kılındığını sana soruyorlar; deki: "Bütün iyi ve temiz
şeyler size helâl kılınmıştır." Allah'ın size öğrettiğinden öğretip avcı hale
getirdiğiniz hayvanların sizin için
yakaladıklarından da yeyin ve üzerine Allah'ın adını anın. Allah'tan
korkun. Allah'ın hesabı pek çabuktur.
5. Bugün size
temiz ve iyi şeyler helâl kılınmıştır. Kendilerine kitap
verilenlerin yiyeceği size
helâldir, sizin yiyeceğiniz de onlara helâldir. Mü'min kadınlardan
iffetli olanlar ile daha önce kendilerine kitap verilenlerden iffetli kadınlar
da, mehirlerini vermeniz şartıyila namuslu olmak, zina etmemek ve gizli dost
tutmamak üzere size helâldir. Kim inanmayı kabul etmezse onun ameli boşa
gitmiştir. O, âhirette de ziyana uğrayanlardandır.
6. Ey iman
edenler! Namaz kılmaya kalktığınız zaman yüzlerinizi, dirseklerinize kadar
ellerinizi yıkayın, başlarınızı meshedip, topuklara kadar ayaklarınızı yıkayın.
Eğer cünüp olursanız, boy abdesti alın. Hasta, yahut yolculuk halinde
bulunursanız, yahut biriniz tuvaletten gelirse, yahut da kadınlara
dokunmuşsanız ve bu hallerde su bulamamışsanız temiz toprakla teyemmüm edin de
yüzünüzü ve ellerinizi onunla meshedin. Allah size herhagi bir güçlük çıkarmak
istemez; fakat sizi tertemiz kılmak ve size nimetini tamamlamak ister; umulur
ki şükredersiniz.
7. Allah'ın
sîze olan nimetini ve: "Duyduk ve kabul ettik" dediğiniz zaman sizi bununla
bağladığı sözü hatırlayın ve Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, kalplerin
içindekini bilmektedir.
8. Ey iman
edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle şâhidlik eden kimseler olun.
Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi âdil davranmamaya itmesin. Adaletli olun;
bu, Allah korkusuna daha çok yakışan bir davranıştır. Allah'tan korkun. Allah
yaptıklarınızı hakkıyle bilmektedir.
9. Allah, îman
eden ve iyi şeyler yapanlara söz
vermiştir; onlara bağışlama ve büyük mükâfat vardır.
10. İnkâr eden
ve âyetlerimizi yalanlayanlara gelince onlar
cehennemliklerdir.
Kelimelerin İzahı
Ukûd, akidler demektir. Akid
lügatte, bağlamak manasınadır. Bir kimse bir ipi başka bir iple
düğümlediğinde der. Daha sonra, çeşitli
anlamlar için müstear olarak kullanıldı. Zemahşerî şöyle der: Akid, verilen
sağlam söz, ahit demektir. Bu ahit, ipin düğümlenmesine benzetilmiştir. Şair
"Hutay'e" şöyle der:
Bu öyle bir topluluktur ki,
komşuları ile anlaşma yaptıklarında ipleri bağlar ve sıkı sıkıya düğümlerler,
yani anlaşmayı sağlam yaparlardı.[8]
Behîmetu'l-en'âm. Behîme, konuşma
kabiliyeti olmayan hayvandır. Çünkü onun sesinde belirsizlik vardır. En'âm,
kelimesinin çoğuludur. En'am ise; deve, sığır ve davar manalarına
gelir.
Kalâid, kılâde'nin çoğuludur.
Kılâde; kurbanlık olduğu bilinsin diye. ağaç kabuğundan yapılarak hayvanın
boynuna asılan bir şeydir.
Sizi suça itmesin. Bir kimse günah
işlediği zaman denilir. Suç işledi demektir.
Şeneân; buğz, kin
demektir.
Mevkûzc, vurularak öldürülmüş
hayvandır. Vakz, bir şeyin, hareketsiz ve Ölecek duruma gelinceye kadar
dövülmesi demektir.
Nusub. pul ve taş demektir. Cahil
i yy e devrinde put dikilir ve yanında hayvan kesilirdi. Çoğulu gelir. Lisanu'l-Arap'ta böyle
yazılıdır.
Ezlâm, ok mânâsına gelen kelimesinin çoğuludur. Araplardan birisi,
sefere çıkmak veya savaşa gitmek veya ticaret yapmak istediğinde oklarla fala
bakardı.[9]
Mahmasa, açlık demektir. Çünkü bu
durumda karın çöker. Karnın çökmesine denir.
Cevârih, köpek, çakal, doğan ve
şahin gibi yırtıcı hayvan ve kuşlardan, av için yetiştirilmiş hayvanlardır. [10]
Nuzûl Sebebi
İbn Abas'tan şöyle rivayet
edilmiştin Müşrikler Beytullah'ı hacceder,
Mekke'ye kurban götürürler, haccın
alâmetlerine saygı gösterir ve kurban keserlerdi. Müslümanlar onlara saldırmak
isteyince "Ey iman edenler, Allah'ın koyduğu alâmetlere... saygısızlık
göstermeyin" ayeti indi.[11]
Âyetlerin Tefsiri
1. Ey
mü'minler, akitleri yerine getirin. "Ey iman edenler" diye hitap edilmesi,
mü'minleri şereflendirmek ve yüceltmek içindir. Ukûd, gerek insanla Rabbi,
gerekse insanla insan arasında yapılan her türlü akid ve sözleşmeyi kapsayan
bir lafızdır. İbn Abbas şöyle der: Uküd, ahidler demektir. Ahitler ise, Allah'ın
Kur'an'ın tümünde helâl, haram ve farz kıldığı tekli iler ve hükümlerdir.[12]
Bu sûrede size haram kılman lâşe, kan, domuz eti ve diğerleri hariç; deve, sığır
ve davar gibi en'âm cinsinden olan hayvanları kestikten sonra yemek size helâl
kılındı. Bunlar size ancak, ihramh iken avlanmayı helâl saymamanız üzere helâl
kılındı, Şüphesiz Allah, yarattıkları hakkında dilediği şekilde hükmeder. Çünkü
o verdiği emir ve koyduğu yasaklarda hikmet sahibidir. [13]
2. Ey iman
edenler, Allah'ın haram kıldıklarını helâl saymayın, koyduğu sınırları
geçmeyin. Hasan-ı Basrî şöyle der: Yani Allah'ın, kulları için koyduğu
hükümlerin dışına çıkmayın. İbn Abbas da şöyle der: İhramlı iken, yapılması size
haram kılınanları yapmayın[14]
Haram ayda savaşmayı, Beytullah'a gönderilen kurbana veya kurban olduğu bilinsin
diye boyuna gerdanlık asılan hayvana ya da sahibine saldırmayı helâl
saymayın.
Rablerinin lütuf ve rızasını
isteyerek Beytullah'i hac veya umre etmek niyetinde olanlarla savaşı helâl
saymayın. Yüce Allah, Câhiliyye ehlinin yaptığı gibi onlara saldırmayı veya
Beytuîlah'a gitmelerine engel olmayı yasakladı. İhramdan çıktığınız zaman,
sizin için avlanmak helâldir. Bir topululuğun sizi Mescid-i harâm'dan engellemiş
olmasına duyduğunuz kin, sakın sizi onlara zulmetmeye sevketmesin. Hayır ve
Allah'a yaklaştıran her şeyi yapma ve kötü şeyleri bırakma hususunda
yardımlasınız. Günahta ve zulümde yardimlaşmayın. Allah'ın azabından korkun.
Çünkü kendisine isyan edenlere karşı O'nun azabı şiddetlidir. [15]
3. Ey
mü'minler, size lâşe, akmış kan ve dpmuz eti haram kılındı. Lâşe, kesilmeksizin
kendiliğinden ölen hayvandır. Zemahşerî şöye der: Câhiliyye dönemi insanları,
aşağıda haram olduğu belirtilen şeyleri yerlerdi. Bunlar: kendiliğinden ölen
hayvan, Fasîd denilen klan. Fasîd, bağırsaklara doldurup kızarttıkları bir
kandır. Bu hususta Araplar şöyle bir darb-ı mesel de söylerler: "Kendisine
fasîd kan ikram edilen yemeksiz kalmıştır.[16]
Daha sonra bu darb-ı mesel herhangi bir ihtiyacının bjir miktarını elde eden
kimse için kullanıla gelmiştir.[17]
Domuz etinin bizzat haram olduğunu açıklamak için, Yüce Allah onu özellikle
zikretmiştir.
Şer'î usulle kesilse bile
yenilmesi haramdır. Allah'tan başkası adına veya Allah'tan başkası adıyla"adı
anılarak kesilen, meselâ, Lât ve Uzzâ'nın adıyla" denilerek kesilen; İp ve
benzeri şeylerle boğulan; taş veya sopa
ile vurularak öldürülen; dağ veya benzeri yüksek yerlerden yuvarlanan, bir başka hayvan tarafından boynuzlanan, vücudunun bir kısmı yırtıcı
hayvanlar tarafından yenilen ve bu hailede ölen hayvanların eti haram kılındı.
Ancak bu hayvanlarda canlılık alameti görüp de, ölmeden Önce şer'î usulle
kestikleriniz hariç, bunlar helâldir. Taberî şöyle der: Yani, Allah'ın
temizleyici kıldığı şer'î usuller
keserek temizlediğiniz helâldir.[18]
Dikili taşlar üzerine kesilen
hayvanların etleri de size haram kılındı. Katâde şöyle der: Nusub, bir takım
taşlardır. Câhiliyye halkı onlara tapar ve onlar için kurban keserlerdi. Yüce
Allah bunu yasakladı, Zemahşerî de şöyle
der: Müşriklerin, Beytullah'ın etrafına dikilmiş taşları vardı. Bunların
üzerinde kurban keser ve etlerini uzunlamasına parçalarlardı. Bu şekilde onlara hürmet gösterir ve onlara
yaklaşmaya çalışırlardı. Allah bu kötü işi yapmayı mü'minlere yasakladı. Fal
oklarıyla kısmet aramanız yani ok döndürmek suretiyle, kısmetinize çıkacak
şeyin hayır mı şer mi olduğunu bilmek
istemeniz de haramdır.
Keşşaf yazarı şöyle der:
Araplardan biri bir yolculuğa veya bir savaşa, yahut bir ticarete çıkmak, veya
evlenmek ya da önemli bir iş yapmak istediğinde okları döndürerek kısmet arardı.
Okların bazılarının üzerine: "Rabbim bana emretti", bazılarının üzerine: "Rabbim
bana yasakladı" yazılıydı. Bazılarında da hiçbir şey yazılı değildi. Çektiği
okta emir çıkarsa, niyetlendiği işi yapardı. Yasak çıkarsa yapmazdı. Yazısız ok
çıkarsa, tekrar çekerdi.[19]
Bu şekilde kısmet aramanız
fâşıklık ve Allah'a itaatten çıkmaktır. Zira bu gayıpları pek iyi bilen Yüce
Allah'ın kendisine tahsis ettiği gayb bilgisine müdahaledir.[20]
Bugün kâfirlerin sizden ümidi kesildi ve sizin dininizden dönmenize,
ümitsizliğe düştüler. İbn Abbas şöyle der: "Artık, onların dinine dönmenizden
ebediyyen ümit kestiler" O halde, müşrikleri heybetli görüp de onlardan
korkmayın. Benden korkun ki, onlara karşı size yardım edeyim ve dünyada da
âhirette de sizi onlardan üstün kılayım.
Bugün, helâli ve haramı açıklamak
sûretiyle sizin için şeriatı kemâle erdirdim. En doğru yola iletmek suretiyle,
size nimetimi tamamladım. Dinler arasından size İslâm dinini seçtim. İslâm dîni,
Allah'ın razı olduğu ve ondan başkasını kabul etmediği bir dindir. Nitekim
âyel-i kerimede: "Kim, İslam'dan başka bir din ararsa, bilsin ki, kendisinden
asla kabul edilmeyecek[21]
buyurulmuştur. Kim, aç kalır da-günaha meyletmeksizin ve kasten yapmaksızın,
zaruret onu-haram olduğu bildirilen bu şeylerden yeme ye zorlarsa yediğinden
dolayı Allah onu sorumlu tutmaz. Çünkü zaruretler yasaklan serbest kılar. [22]
4. Ey Muhammed! Sana, yemeklerden kendileri için
nelerin helâl kılındığını soruyorlar. Onlara de ki: Lezzetli olan ve pis
olmayan şeyler size helâl kılındı. Osurgan böceği, fare ve benzeri her türlü pis
şeyler haram kılındı.
Avcılıkta kullanılan köpek ve
benzeri, av için yetiştirdiğiniz hayvanların avladıkları şeyler de sizin için
helâl kılındı. Ze-mahşerî şöyle der: Mükellib, avcı hayvan yetiştiren demektir.
Av için çoğunlukla köpekler yetiştirildiği için, bu kelime, köpeğin kudurması
manasına gelen "kelep"ten türetilmiştir. avcı hayvanlara, Allah'ın size
Öğrettiği avlama usullerini ve avın nasıl yakalanacağını Öğretirsiniz. Bu köpek
eğitimi, Allah'ın insana öğrettiklerinden bir tanesidir.
Bu eğitilmiş hayvanlar, sizin için
tuttuğu avdan yememişse avlanan hayvanı yeyin. Eğer tuttuğu hayvandan yerse onu
yemek helâl değildir. Çünkü Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Eğitilmiş
köpeğini av Üzerine gönderdiğinde avı Öldürürse onu ye, av hayvanından yerse onu
yeme. Zira onu kendisi için tutmuştur.[23]
Ava gönderildiğinde gitmesi, gönderilmediğinde gitmemesi ve yakaladığı avı
yememesi köpeğin eğitilmiş olduğunu gösterir. Böyle bir köpek av üzerine
salındığj zaman Allah'ın adının anılması gerekir. İşte eğitilmiş köpeğin
avladığı hayvanın etinin yenilmesi için yukarıdaki dört şartın bulunması
gerekir. köpeği gönderirken Allah'ın adını anın: İşlerinizde Allah'tan korkun
şüphesiz onun hesabı süratlidir, kulların amellerinin karşılığım çabucak
verir. [24]
5. Kesilen
hayvanlar ve diğer temiz şeyler bugün size helâl kılındı. Ehl-i kitap olan
Yahudi ve Hıristiyanların kestikleri hayvanlar da size helâldir. sizin
kestiğiniz hayvanlar da onlara helâldir. Kestiğiniz hayvanın etinden onlara
yedirmeniz ve onlara satmanızda bir
sakınca yoktur.
Ey müminler! Müslüman olan iffetli hür
kadınlarla ve Ehl-i kitap olan Yahudi veya Hıristiyanların hür kadınlarıyla
evlenmeniz size helâl kılındı. Bu cumhurun görüşüdür. Atâ şöyle der: "Allah
artık müslüman kadınları çoğaltmıştır. Müslümanların Ehl-i kitap kadınlarla
evlenmelerine sadece ilk dönemlerde izin verilmiştir. Onların mehirlerini
verdiğiniz takdirde, evlenmek suretiyle iffetinizi korumanız, açıktan zina
etmemeniz, sevgili ve dostlar edinip onlarla gizli zina etmemeniz halinde o
kadınlarla evlenmeniz helaldir. Taberî âyetin mânâsı şöyledir der: Bir müslüman
bir fahişe ile dostluk kurup onu kendisine arkadaş edinerek zina etmesi de
helal değildir.[25]
Kim, dinden döner ve İslamın hükümlerini inkâr ederse ameli boşa gider. O,
âhirette de helak olanlardandır.
Bundan sonra yüce
Allah, namaz kılmak
istendiğinde güzel bir şekilde abdest almayı emrederek şöyle
buyurur: [26]
6. Ey iman
edenler! Namaz kılmak istediğinizde abdestiniz yoksa yüzlerinizi ve
dirseklerinizle birlikte ellerinizi yıkayın. Başlarınızı mesh edin, ayaklarınızı
da topuklarla birlikte yıkayın. Ze-mahşeri şöyle der: topuklara kadar" kaydıyla
ayaklarda yapılan işlemin nereye kadar olduğunu bildirmek, ayakların mesh
edileceğini sananların zarınım ortadan kaldırmak içindir. Çünkü şeriatte, meshin
nereye kadar yapılacağı yani son sınır belirtilmemiştir. Hadiste şöyle
buyurulmuştur:"Şu ökçelerin ateşten vay haline Bu hadis,[27]
"Ayaklan yıkamak değil mesh etmek farzdır" diyen jmamiyye mezhebi mensuplarının
görüşlerini reddeder. Âyet açıktır ve terkibinde "ayaklar" kelimesi mansub
(fethalı) olarak gelmiştir. Burada "Ayaklarınız" kelimesi yıkanan yüzler ve
eller üzerine matuftur. Abdestte tertip ifade etmek için başı mesh etme emri,
diğer azaları yıkama emirleri arasında getirilmiştir, Eğer cünüp iseniz bütün bedeninizi yıkayarak
temizleniniz.
Eğer hasta olursanız, su
kullanmakta size zarar verirse veyr yolcu olur da su bulamazsanız veya biriniz
tuvaletten gelirse yahut kadınlarla cinsî münasebette bulunup ta aradığınız
halde su bul anladıysanız temiz toprakla teyemmüm ediniz, Sünneti seniy yenin
açıkladığı gibi ellerinizi iki defa toprağa vurarak yüzünüzü ve kol larmızı
mesnediniz, Allah, abdesti, gusulü ve teyemmümü farz kılmakla size güçlük
çıkarmak istemiyor. Fakat Allah abdest ve teyemmümü farz kılmakla sizi
günahlardan ve hata kirlerinden temizlemek, İslam'ın hükümlerim açıklamakla size
nimetini tamamlamak İstemekte ve sayısız ni-njetlerinden dolayı kendisine
şükretmenizi dilemektedir. [28]
7. Ey
mü'minler! Allah'ın size lütfettiği İslam nimetini ve Resulünün sizden al-diğı
sözü hatırlayın. O zaman zorlukta da kolaylıkta da, sevinçte de kederde de
kendisini dinleyip itaat edeceğinize dair peygambere biat etmiştiniz. Bu hitap
mü'minleredir. Buradaki nimetten maksat da İslam ve buna bağlı olarak birlik ve
izzettir. Allah'tan korkun. Çünkü o kalplerinizde gizlediklerinizi bilir ve ona
göre size karşılığını verir. [29]
8. Ey
mü'minler, Allah için adaletle şahitlik ederek dosdoğru olun. Kavvâm sıygası
mübalağa ifade eder. Düşmanlara karşı aşırı derecede kininiz sizi onlara karşı
adaletsizliğe ve zulme sürüklemesinAdaletli olun. Onlara karşı kininize rağmen
adaletle muamele etmeniz takvaya daha yakındır. Allah'tan korkun. Çünkü Allah,
yaptıklarınızdan haberdardır ve yaptıklarınızın karşılığını verecektir.
Zemahşerî şöyle der: Bu âyet, böyle kuvvetli bir vasıf olan adalet
sıfatının, Allah'ın düşmanı
olan kâfirlere karşı uygulanmasının vacip olduğuna önemle dikkat çekmektedir. Hal
böyle olunca, Allah'ın dostları ve sevgilileri olan müminler hakkında niçin
vacip olmasın?![30]
9. Allah,
itaatli mü'minlerc, âhirette günahlarının bağışlanacağına ve büyük bir sevap
olarak kendilerine cennetin verileceğine dair söz verdi. [31]
10. İnkâr eden
ve âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, onlar cehennemliklerdir. Yüce Allah bir
önceki âyette mü'minlerin sonunu ve varacakları yeri anlattıktan sonra, bu
âyette de suçlu kafirlerin varacakları yeri ve onların cehennemin alt
tabakalarında sürekli azap içersinde
kalacaklarını belirtti. Ebu
Hayyan şöyle der: Mü'minlere cenneti vadeden ayet, fiil
cümlesi olarak ve bu va'din mutlaka gerçekleşeceğini gösteren mazi sıygasıyla
geldi. Kafirler hakkındaki ayet ise, onlar hakkındaki hükmün sabit olduğunu,
onların cehenem ehli olduklarını ve sürekli olarak cehennem azabında
kalacaklarını ifade eden isim cümlesi şeklinde geldi.[32]
Edebî Sanatlar
1. Allah'ın
haram kıldıklarını helal saymayın, koyduğu sınırları geçmeyin". Bu cümlede
istiare vardır. "Alâmetler" manasına gelen "şeâir" kelimesi kendilerini
uygulamakla kulların Allah'a ibadet ettiği helal ve haram yerinde
kullanılmıştır.
2. Gerdanlık
takılmış hayvanlara saldırmayı helal saymayın." Bu, hususi olan bir şeyin umumi
olan bir şey üzerine atfı kabilin-dendir. Çünkü gerdanlıkiı kurban, kurbanların
en şereflisi dir. Bu atıf Kim Allah'a, meleklere, peygamberlerine, Cebrail'e ve
Mikâil'e düşman olursa...[33]
ayetinde Cebrail ve Mikâil'in melekler üzerine atfına
benzer.
3. İyilik ve
sakınma üzerinde yardımlasın, günah ve düşmanlık üzerinde yardımlaşmayın."
buradaki edebî sanatlardan mukabele sanatı vardır.
4. Ehl-i
kitabın yemekleri" burada umum zikredilmiş, husus kast edilmiştir. Ehl-i
kitabın yemeklerinden maksat kestikleri hayvanlardır.
5. Burada kelimeleri arasında tıbak sanatı vardır.
Çünkü manası: iffetlilernin mânâsı ise
zina edenler demektir.
6. Namaza
kalkmak istediğiniz zaman". Yüce Allah burada namaz kılmak istemeyi fiiliyle ifade etti ve aralarındaki ilgiden
dolayı müsebbeb olan "namaza kalkma" yi, sebep olan "namaz kılmayı istemek"
yerine koydu.[34]
Bu âyetle aynı zamanda hazif yoluyla îçâz vardır. Takdiri: Abdestiniz yok iken
namaz kılmak istediğinizde" şeklindedir. [35]
Faydalı Bilgiler
1.
Anlatıldığına göre Filozof Kindî'nin arkadaşları ona "Ey filozof! Bize bu
Kur'an'ın bir benzerini yap" dediler. O da, "olur bir kısmının benzerini
yapayım" dedi ve günlerce bir köşeye çekildi. Sonra çıkarak şöyle dedi: "Vallahi
ben bunu yapamam, hiç kimsenin buna gücü yetmez. Mushafı açtım, Mâide sûresi
çıktı. Bir de baktım ki Kur'an ahde vefadan bahsediyor ve ahdi bozmayı
yasaklıyor. Eşyayı genel olarak helal kılıyor, sonra ondan bir şeyi istisna
ediyor. Sonra da iki satırda Allah'ın kudret ve hikmetini açıklıyor. Hiçbir
kimse ciltler dolusu eser yazmadan bunu ifade edemez.[36]
2. Câhiliyye
adetleri, kör bir kavmiyetçilik ilkesine göre uygulanırdı. Câhiliyye şairi şöyle
ifade eder:
Ben ancak Guzeyye kabilesindenim.
Eğer o sapıtırsa ben de sapıtırım. Guzeyye doğru yolu bulursa ben de bulurum.
İslam ise şu değerli insanî ilkeyi gelirdi: İyilik ve takva üzerinde
yardımlasın. Günah ve zulüm üzerinde yardımlaşmayım" Bu iki ilke arasında büyük
fark var!
3. Rivayete
göre Yahudilerden bir adam Hz. Ömer (r.a)'e gelerek şöyle dedi: Ey mü'minlerin
emîri! Kitabınızda okuduğunuz bir âyet var ki, eğer o âyet biz Yahudilere
inseydi, indiği günü bayram edinirdik. Hz.Ömer (r.a): Hangi âyeti kastediyorsun?
diye sordu. Yahudi: "Bugün sizin için dininizi tamamladım..." âyetidir dedi.
Hz.Ömer (r.a): "Vallahi ben bu ayetin Rasulullah (s.a.v.)'a indiği günü ve saati
bilirim. Bu âyet Ra-sulullah (s.a.v.)'a cumaya raslayan bir arefe günü öğleden
sonra indi.[37]
dedi. [38]
11. Ey iman
edenler! Allah'ın size olan nimetini unutmayın; hani bir topluluk size el
uzatmaya yeltenmişti de Allah, onların ellerini sizden çekmişti. Allah'tan
korkun! Mü'minler yalnızca Allah'a güvensinler.
12. Andolsun ki
Allah, îsrailoğullarından söz almıştı. İçlerinden on iki de başkan
göndermiştik. Allah onlara şöyle demişti: "Ben sizinle beraberim. Eğer namazı
dosdoğru kılar, zekatı verir, peygamberlerime inanır, onları desteklerseniz ve
Allah'a güzel borç verirseniz andolsun ki sizin günahlarınızı örterim ve sizi,
zemininden ırmaklar akan cennetlere sokarım. Bundan sonra sizden kim inkâr
yolunu tutarsa doğru yoldan sapmış olur.
13. Sözlerini
bozmaları sebebiyle onları lanetledik ve kalblerini katılaştırdık. Onlar
kelimelerin yerlerini
değiştiriyorlar. Kendilerine öğretilen
ahkamın önemli bir bölümünü de unuttular. İçlerinden pek azı hariç,
onlardan daima bir hainlik görürsün. Yine de sen onları affet ve aldırış etme.
Şüphesiz Allah iyilik edenleri sever.
14. "Biz
Hırîstiyanlarız" diyenlerden de kesin sözlerini almıştık ama onlar da
kendilerine zikredilenin Önemli bir bölümünü unuttular. Bu sebeple kıyamete
kadar aralarına düşmanlık ve kin saldık. Yakında Allah onlara yaptıklarını haber
verecektir.
15. Ey Ehl-i
kitap! Rasulümüz size Kitaptan gizlemekte olduğunuz birçok şeyi açıklamak üzere
geldi; birçok kusurunuzu da affediyor. Gerçekten size Allah'tan bir nur, apaçık
bir kitab geldi.
16. Rızasını
arayanı Allah onunla kurtuluş yollarına götürür ve onları iradesiyle
karanlıklardan aydınlığa çıkarır ve dosdoğru bir yola
iletir.
17. "Şüphesiz
Allah, Meryem oğlu Mesih'dir" diyenler andolsun ki kâfir olmuşlardır. De ki:
"Öyleyse Allah, Meryem oğlu Mesih'i, anasını ve yeryüzündekilerin hepsini imha
etmek isterse Allah'a kim bir şey yapabilecektir. Göklerde, yerde ve ikisi
arasında ne varsa hepsinin mülkiyeti Allah'a aittir. O dilediğini yaratır ve
Allah her şeye kadirdir.
18. Yahudiler
ve Hıristiyanlar: "Biz Allah'ın o-ğulları ve dostlarıyız" dediler. De ki:
Öyleyse günahlarınızdan dolayı size niçin azap ediyor? Doğrusu siz de O'nun
yarattığı insanlardansınız. O, dilediğini bağışlar ve dilediğine azap eder.
Göklerde, yerde ve ikisinin arasında ne varsa mülkiyeti Allah'a aittir. Sonunda
dönüş de ancak O'nadır.
19. Ey Ehl-i
kitap! Peygamberlerin arası kesildiği bir sırada size elçimiz geldi. Gerçekleri
size açıklıyor ki: "Bize bir müjdeleyici ve uyarıcı gelmedi" demeyesiniz. İşte
size müjdeleyici ve uyarıcı gelmiştir. Allah her şeye hakkıyla
kadirdir.
20. Bir
zamanlar Mûsâ, kavmine şöyle demişti: Ey kavmim! Allah'ın size nimetini
hatırlayın; zira O. içinizden peygamberler çıkardı ve sizi hükümdarlar kıldı.
Alemlerde hiçbir kimseye vermediğini size verdi.
21. Ey kavmim!
Allah'ın size yazdığı mukaddes toprağa girin ve arkanıza dönmeyin, yoksa
kaybedersiniz,
22. Onlar şu
cevabı verdiler: Ya Mûsâ! Orada zorba
bir toplum var; onlar oradan çıkmadıkça bir oraya asla giremeyeceğiz. Eğer
oradan çıkarlarsa biz de hemen gireriz.
23.
Korkanların içinden Allah'ın
kendilerine lütufda bulunduğu iki kişi şöyle dedi: Onların üzerine
kapıdan girin; oraya bir girdiniz mi, artık galip sizsiniz. Eğer mü'minler
iseniz ancak Allah'a güvenin.
24. "Ey Mûsâ!
Onlar orada bulundukları müddetçe biz oraya asla girmeyiz; sen ve Rabbin gidin
savaşın; biz burada oturacağız" dediler.
25. Mûsâ:
"Rabbim! Ben kendimden ve kardeşimden başkasına hakim olamıyorum; bizimle, bu
yoldan çıkmış toplumun arasını ayır" dedi.
26. Allah:
"Öyleyse orası onlara kırk yıl yasaklanmıştır: Yeryüzünde şaşkın şaşkın
dolaşacaklar. Artı i sen, yoldan çıkmış toplum için üzülme"
dedi.
Ayetlerin Öncekilerle Münasebeti
Yüce Allah bu mübarek sûrenin ilk
âyetlerinde mü'min kullan için koyduğu lükümleri, özellikle bunların en önemlisi
olan helal ve haramı a-çıkladıktan sonra burada da İslam dinine girmeyi onlara
nasip etmek ve kötülük günahları onlardan defetmek suretiyle vermiş olduğu
nimetini hatırlattı. Bunun ardından da, Ehl-i kitap olan Yahudi ve Hıri s
uyanlara verdiği nimetini, onlardan ahid ve söz aldığını, fakat onların bu ahdi
bozduklarını, dolayısıyla kıyamet gününe kadar Allah'ın hışmına ve düşmanlığına
uğradıklarını açıkladı. Daha sonra bu iki grubu Kur'an'ın nuruyle hidâyete
ermeye son peygamberin şeriatına uymaya ve içinde bulundukları sapıklıkları ve
evhamı terketmeye çağırdı. [39]
Kelimelerin İzahı
Nakîb, toplumun durumlarını ve
menfaatlerini gözetip koruyan büyüğü demektir. Bu, topluluğun kefili
gibidir.
Onları desteklersiniz demektir.
jty£\ hürmet ve saygı manasınadır.
Sevâe's-sebîl, yolun ortası
demektir.
Kâsiye; katı, hayrı kabul etmeyen
manasınadır. Kâsiye ile âtiye aynı mânâyadır.
Haine, hainlik demektir. Hain bir
kimsenin sıfatı olarak da kul-labılabilir. Nitekim, taşkın bir erkeğe hadis
ravisine de denilir ki, her iki terkipte de, sonunda (S) bulunan kelimeler,
müzekkere sıfat olmuştur.
Sürekli olacak şekilde
yerleştirdik. Bu kelime mastarından alınmıştır. Bir şey diğerine yapıştığı zaman
denilir.
Fetret, kesinti
demektir,
Şaşkın şaşkın dolaşacaklar
demektir. (tîh), şaşırmak ve kaybolmak manasınadır. [40]
Nüzul Sebebi
Nadîroğullan Rasulullah
(s.a.v.)'ın başına değirmen taşı atmak ve Rasulullah (s.a.v.) ve Ashabı ile
yaptıkları ahdi bozmak istediler. Bunun üzerine Yüce Allah Ey iman edenler!
Allah'ın size olan nimetini hatırlayın. Hani bir topluluk size el uzatmaya
yeltenmişti de Allah onların ellerini sizden çek-misti." âyetini indirdi[41]
Âyetlerin Tefsiri
11. Ey
mü'minler! Allah'ın düşmanlarınızdan korumak suretiyle size lütfettiği nimetini
hatırlayın. Hani bir topluluk size el uzatmak yani sizi yakalayıp öldürmek ve
yok etmek istemişti de Allah, onların ellerini sizden çekmiş, yani sizi onların
şerrinden korumuş ve size eziyet etmelerine engel olmuştu. Emirlerine sarılmak
ve yasaklarından kaçınmak suretiyle Allah'tan korkunuz. Mü'minler, sadece
Allah'a güvensinler. Şüphesiz Allah onların yardımcısı dır ve onlara kafidir.
Bundan sonra Yüce Allah Yahudilerin durumlarını ve
fıtratlarında taşıdıkları hainlik ve ahdi bozma gibi hususiyetlerini
anlatarak şöyle buyurdu: [42]
12. Andolsun ki Allah, İsrailoğullarından, sağlam
bir söz almıştı. İçlerinden on iki de başkan göndermiştik. Yani Musa'ya 12 tane
başkan seçmesini emretmiştik. Her Kabilenin bir başkam olup, bu başkan
Kabilesinin verdiği sözde duracağına dair kefil olacaktır. Nakîb, topluluğun
büyüğü ve onların işlerini yürüten kimse demektir. Zemahşerî şöyle der:
İsrailoğulları, Firavun'un helak olmasından
sonra Mısır'da yerleşince,
Allah onlara Suriye
bölgesindeki "Eriha" ya gitmelerini emretti. Bu bölgede zorba Ken'anlılar
yaşıyordu.
Allah
İsrailoğullarına:
"Eriha'yı sizin için yerleşecek
bir yurt ve karargâh olarak yazdım. Orada bulunanlara karşı cihat edin. Şüphesiz
ben sizin yardımcınızın!11 buyurdu ve Mûsâ (a.s)'ya her Kabileden bir başkan
seçmesini emretti. Bunun üzerine Hz.Mûsâ (a.s) başkanları seçti ve onlarla
birlikte yola çıktı. Ken'an topraklarına yaklaştıklarında Hz. Mûsâ (a.s) onları
Ken'anlılar hakkında gizlice haber toplamaya gönderdi. Başkanlar orada iri
cüsseli, güçlü kuvvetli insanlardan bir topluluk gördüler ve korkup geri
döndüler. Gelir gelmez de kavimlerine anlattılar. Halbuki Mûsâ (a.s) onlara
gördüklerini söylemeyi yasaklamıştı. Fakat, nakîpler sözlerinde durmadılar ve
gördüklerini kavimlerine anlattılar. Ancak onlardan ikisi sözlerinde durdu ve gördüklerini anlatmadılar.[43]
Allah:"Şüphesiz ben sizinle beraberim, sizin yardımcınızım." buyurdu. Buradaki
"lâm" kasem ifade eder. Yani," Ey İsrailoğulları! yemin ederim ki eğer size
farz kıldığım namazı dosdoğru kılar, zekatı verir, peygamberlerimi tasdik eder,
onlara yardımcı olur ve düşmanlardan korursanız bir de, Allah'ın rızasını elde
etmek için malınızı hayır yolunda harcıyarak Allah'a güzel bir borç verirseniz
günahlarınızı mutlaka silerim". Bu cümle, yeminin cevabıdır. Beyzâvî şöyle der:
Bu cümle şartın cevabı yerine de geçmiştir.[44]
Sizi mutlaka, köşklerinin ve ağaçlarının altından su, süt, şarap ve bal
nehirleri akan cennetlere sokarım. Bu ahitten sonra kim kâfir olursa, artık o
doğru yoldan çıkmjş ve kuşku götürmeyecek bir şekilde sapıklığa düşmüştür. [45]
13. Ahitlerini
bozdukları için onları lanetleyip rahmetimizden uzaklaştırdık ve kalplerini,
imanı kabul için yumuşamayacak şekilde kas katı kıldık.[46]
Onlar kitaplarını tahrif ederek kelimelerin yerlerini değiştirirler. İbn Kesir
şöyle der: Allah'ın kitabı Tevrat'ı, indirdiği mânâdan başka bir mânâya yorumlar
ve Allah'ın maksadındın başka bir mânâya çekerler. Allah'ın söylemediğini O'na
iftira ederler.[47]
Kuşkusuz, Allah'ın kelamım değiştirmeye cüret etmekten daha büyük bir suç
yoktur, Tevrat'ta kendilerine verilen emirlerin büyük bir bölümünü terkettiler.
Ey Muhammed! Sen devamlı bir şekilde onların ahitlerini bozarak ve tuzaklar
kurarak hainlik ettiklerini görürsün. Ahdi bozmak ve hainlik etmek onların ve
atalarının adetidir. Ancak onlardan müslümanlığı kabul eden az bir grup böyle
yapmaz, Yine de sen onları cezalandırma, affet ve onlardan kötülük yapanlara
aldırma. Şüphesiz Allah, güzel iş yapanları sever. Bu âyetin hükmü, savaş ve
cizye âye-tiyle kaldırılmıştır. Nitekim cumhur da bu görüştedir. [48]
14.
Kendilerinin, Allah'ın yardımcıları olduklarını iddia eden ve kendilerine
Nâsarâ (Hıristiyan) ismini verenlerden de, Allah'ı birliyeceklerine ve O'nun
Rasulu Muhammed (s.a.v.)'e iman edeceklerine dair söz aldık, İncil'de onlara,
peygamberlere iman etmek emredildiği halde onu terkettiler ve ahdi bozdular. bu
sebeple, kıyamete kadar sabit kalmak Üzere Hıristiyan gruplar arasında
düşmanlık ve kin yerleştirdik. îbn Kesir şöyle der: Onlar sürekli olarak
birbirlerine kin besler, saldırır ve birbirlerini kâfir sayar ve la'netlerler.
Her grup, diğerinin kendi mabetlerine girmesini engeller...[49]
Aynı dine mensup oldukları halde
batı toplumlarının birbirlerini yok etmek için çeşitli yollar aradığını
görüyoruz. Bir kısmı atom bombası icat ediyor, bir kısmı hidrojen bombası icat
ediyor. Bunlar Öyle yok edici maddelerdir ki,
meydana getirecekleri zâyiât ve katliâmı aklın tasavvur etmesi mümkün
değildir. "Allah bunlarla ancak dünya
azaplarını çoğaltmayı ve canlarının kâfir olarak güçlükle çıkmasını istiyor[50]
Yakında, Allah onlara yapmakta olduklarını haber verecektir. Yani çirkin
amellerinin cezasını çekeceklerdir. Bu, Hıristiyanlar için bir tehdittir. [51]
15. Bu ayet
Yahudi ve Hıristiyanlara hitap etmektedir. Yani, Ey Ehl-i kitap! Elçimi;
Muhammed size hak dini getirdi. O size, kitabınızda bulunan fakat gizle diğiniz
birçok şeyi açıklar ki bunlar Muhammed'e iman, recm âyeti, cumai tesinin
hürmetini ihlal ettiği için maymuna çevrilenlerin kıssası ve gizle diğiniz diğer
şeylerdir. Bir çoğunu da açıklamayıp bırakır. Se dece Hz. Muhammed (s.a.v.)'in
peygamberliğine delil ve onun doğruluğu n gösteren şeyleri size açıklar. Eğer
herşeyi açıklasrydı sizi rezil ederd Teshil yazarı şöyle der: Bu âyet Hz.
Muhammed (s.a.v.)'in peygambe liginin doğruluğunu gösterir. Çünkü o ümmî olduğu
ve Hıristiyanların kitaplarını okumadığı halde, kitaplarında gizlediklerini
onlara açıkladı.[52]
Kuşkusuz Allah'tan size bir nur geldi. O Kur'an'dır. Çünkü Kur'an şirk ve şüphe
karanlıklarını yok edicidir. O, apaçık bir kitaptır ve mucize oluşu
meydandadır. [53]
16. Allah
Kur'an'Ia, kendi rızasına uyanları kurtuluş, selamet ve doğruluk yollarına
iletir. Onları, kendi iradesi ve yardımıyla, küfür karanlıklarından iman nuruna
çıkarır. Ve onları dosdoğru bir yola iletir. O yol, İslam dinidir. Yüce Allah
bundan sonra, Hıristiyanların ilâh olduğuna inanmak suretiyle Hz.Isa hakkındaki
aşırılıklarından bahsederek şöyle buyurdu: [54]
17. Andolsun
ki, "Allah, Meryem oğlu Mesih'tir" diyenler kâfir olmuştur. Bunlar, Allah'ın
Hz. İsa'ya hulul ettiğini iddia eden bir grup hiristiyandır. Bunlar İsa
(a.s)'yı ilâh edinmişlerdir. Dolayısıyla bunların kitaplarında Rab Yesû' geldi"
ve benzeri âyetler görmekteyiz. Onlara göre Yesû' Hz.İsa'dır.[55]
Ey Muhammed, onlara de ki: Siz gerçekten yalan söylüyorsunuz. Eğer Allah İsa'yı,
an nesini ve bütün yeryüzündekileri helak etmek istese, kim Allah'ın azabını
savabilir? İsa zayıf bir kuldur. Diğer yaratıklar gibi yok olmaya müsaittir.
Böyle olan bir kimse ise ilâhiıktan uzaktır. Eğer ilâh olsaydı, kendini fânî
olmaktan kurtarırdı, Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan mahlukatın ve
harikulade şeylerin mülkiyeti Allah'a aittir. O, dilediğini yaratmaya kadirdir.
İşte bunun içindir ki, İsa'yı babasız olarak yarattı. Allah herşeye kadirdir.
Hiçbir şey onu aciz bırakamaz.
Bundan sonra Yüce Allah, Yahudi ve
Hıristiyanların iftiralarını anlatarak şöyle buyurur: [56]
18. Yahudiler
ve Hıristiyanlar: "Biz, Allah'ın oğullan ve dostlarıyız" dediler. Yani babalara
göre oğullar nasılsa, Allah'a göre biz Öyleyiz. Biz onun dostlarıyız. Çünkü biz
onun dinine göre yaşamaktayız, dediler. İbn Kesir şöyle der: Biz onun
peygamberlerine mensubuz. Peygamberler ise onun oğullarıdır. Allah onları
korumuştur. Dolayısıyla bizi de sever.[57]
De ki, iddia ettiğiniz gibi, Allah'ın oğulları ve dostları iseniz inkâr ve
iftiranıza karşılık size niçin cehennem ateşini hazırladı? Bilakis siz, Allah'ın
yarattığı diğer insanlar gibi bir insansınız. Bütün kullan hakkında hüküm
verecek olan Yüce Allah'tır. O, kullarından dilediğini bağışlar, dilediğini
cezalandırır. O'nun hükmüne itiraz yoktur, hiçkimse onun emrini geri çeviremez.
Gökler, yer, bunların arasındakiler, hepsi Allah'ın mülküdür. Onun tasarrufu ve
yönetimi altındadır. Dönüş ancak Onadır. Yüce Allah bundan sonra onları son
peygambere imâna davet ederek şöyle buyurdu: [58]
19. Ey Yahudi
ve Hıristiyanlar! Peygamberlerin arası kesildiği ve dinin yok olduğu bir sırada
elçimiz Muhammed size dinin hükümlerini açıklayıcı olarak geldi. Hz.İsa (a.s)
ile Hz. Muhammed (s.a.v.) arasındaki kesinti süresi beşyüzaltmış senedir. Bu
süre içinde hiç peygamber gönderilmemiştir. Size elçimiz geldi ki, "bize hayrı
müjdeleyen ve serden sakındıran herhangi bir peygamber gelmedi" diyerek delil
getirmeyesiniz. İşte Muhammed, size müjdeleyici ve uyarıcı olarak geldi. Allah
herşeye kadirdir. İbn Cerir şöyle der: Allah, kendine isyan edenleri
cezalandırmaya, itaat edenlere sevap vermeye kadirdir. Bundan sonra Yüce Allah
Yahudilerin inat ve inkârlarını anlatarak şöyle buyurdu: [59]
20. Ey
Muhammed, hatırla ki, bir zamanlar Mûsâ İsrailoğullarına şöyle demişti: Ey
kavmim, Allah'ın size verdiği yüce nimetini hatırlayınız ve bu nimete karşılık
ona şükrediniz. Zira Allah içinizden, size dini bilgileri öğretecek
peygamberler gönderdi. Sizi krallar gibi yaşattı. Daha önce, Firavun'un zelil
köleleri iken, onu boğmak suretiyle sizi ondan kurtardı ve kimse sizi yenemez
oldu. Beyzâvî şöyle der: İsrailoğullarına gönderilen peygamberler kadar, hiçbir
ümmete peygamber gönderilmemiştir.[60]
Âlemlerde hiçbir kimseye vermediği çeşitli nimetleri ve ikramları size verdi.
Bunlar denizi yarmak, bulutları . gölgelik kılmak, bıldırcın ve kudret helvası
indirmek ve benzeri nimetlerdir. [61]
21. Ey kavmim,
Allah'ın size vatan olarak yazdığı mukaddes toprağa girin. Beyzâvî şöyle der:
Burası Kudüs topraklarıdır. Burası peygamberlerin karargâhı ve mü'minlerin
meskeni olduğu için buraya "arz-ı mukaddes" denilmiştir.[62]
"Allah'ın size yaz-dığı"ndan maksat, babanız İsrail'in diliyle size vadettiği ve
sizin olmasına hükmettiği yer demektir. Zorbalardan korkarak gerisin geriye
dönmeyin. Yoksa kaybedersiniz. Teshil yazan şöyle der: Rivayet edildiğine göre
Hz.Mûsâ kavmine mukaddes topraklara girmelerini emrettiğinde kavmi orada
bulunan zorbacılardan korktu ve Mısır'a dönmek istedi.[63]
22. Dediler ki:
Ey Mûsâ! Orada iri cüsseli ve uzun boylu zorba bir kavim var. Bizim onlara karşı
kavaşacak gücümüz yok. Onlar Ad kavminden geriye kalan Amalika kavmidir, Onlar
bu mukaddes topraklardan çıkıp da, savaşmadan bize teslim etmedikçe biz oraya
asla girerniyeceğiz. Amalika orada olduğu sürece bizim girmemiz mümkün değildir.
Onlar oradan çıkarlarsa, biz ancak o zaman gireriz. [64]
23. Onlar
girmekten çekinince, Allah'ın emrinden ve azabından korkan iyi hal ve kesin iman
sahibi iki başkan onları buna teşvik ederek şöyle dedi: Sakın onların iri
cüsseli olması sizi korkutmasın. Cüsseleri iri, fakat kalpleri zayıftır. Siz
şehrin kapısından üzerlerine yürüdüğünüzde, Allah'ın izniyle onlara galip
geleceksiniz. Eğer gerçek mümünler iseniz, sadece Allah'a güvenin. O, şüphesiz
sizin yardımcınızdır. [65]
24. Ey Mûsâ!
Onlar orada bulundukları müddetçe biz oraya asla girmeyiz; Sen ve Rabbin gidin
savaşın. Biz burada oturacağız, dediler. İşte bu, aşın derecede isyandır ve
inkârı, Allah ve Rasulünü küçük görmeyi gerektiren bir; ifade kullanarak
edepsizlik etmektir. Bunlar nerede, Rasullullah (s.a.v.)'a1 şöyle diyen Ashâb-ı
kiram nerede! "Biz sana, İsrailoğullarının peygamberlerine dediklerini demeyiz.
Fakat biz sana:" Sen ve Rabbin gidin savaşın. Biz de sizinle beraber
savaşacağız" deriz. [66]
25. O zaman
Hz.Mûsâ, Allah'tan özür dıliyerek ve beyinsizlerin sözlerinden uzak durarak
dedi ki: Ey Rabbim! Kavmime hakim olamıyorum. Ancak kendime ve kardeşim Harun'a
hakimim. Adil hükmünle, bizimle senin itaatından çıkanların arasını ayır. [67]
26. Yüce Allah
Hz.Musa'nın duasını kabul etti ve İsrailoğullarmı kırk sene Tîh çölünde
bırakarak cezalandırdı. Hz.Musa'ya şöyle buyurdu kırk sene müddetle mukaddes
topraklara girmek onlar için haram kılındı. Yeryüzünde şaşkın şaşkın
dolaşacaklar ve oradan çıkış yolu bulamıyacaklar. Teshil yazan şöyle der:
Rivayet edildiğine göre İsrailoğuiları bütün gece yürüyorlardı. Sabaha
çıktıklarında kendilerini akşam yola çıktıkları yerde buluyorlardı.[68]
Artık sen onlar için üzülme. Zira onlar
itaatten çıkarak azaba müstehak olmuş kimselerdir. [69]
Edebî Sanatlar
1. Hani bir
topluluk size el uzatmaya yeltenmişti." Burada "el uzatmak" tabiri, yakalamak ve
öldürmekten kinayedir. "Ellerini çekmek" ise, engellemek ve durdurmaktan
kinayedir.
2. Onlardan
gönderdik". Burada üçüncü şahıs fiilinden birinci şahıs fiiline dönüş vardır.
Sözün akışına göre gönderdi" olması
gerekirdi. Yüce Allah, kendi şanına itina göstermek için birinci şahıs fiilini
kullandı.
3. Onları,
karanlıklardan aydınlığa çıkarır". Burada istiare vardır. "Karanlıklar" inkâr
yerine, "aydınlık" da iman yerine müstear olarak
kullanılmıştır.
4. Sizi
melikler kıldı." Burada teşbîh-i beliğ vardır. Yanı, "Sizi bolluk ve huzur
içinde yaşama bakımından melikler gibi kıldık". Teşbîh edatı ve vech-i şebeh
hazfedüdiği için, teşbîh-i beliğ olmuştur.
5. Bağışlar" ve
ceza verir" kelimeleri arasında tıbak sanatı vardır.
6. Allah onlara
lütufda bulundu". Bu, cümle-i mûteriza (ara cümlesi) olup Allah'ın, salih
kullarına verdiği lutfu açıklar. [70]
Faydalı Bilgiler
1. İçerisinde
temiz peygamberler yaşadığı için Kudüs'e, "Mukaddes (temiz) topraklar" ismi
verildi. Böylece peygamberler sayesinde temiz ve şerefli oldu. Zarf, mazruf ile
güzelleşti.
2.
Ariflerden biri fakihlerden birine:
"Dostun, dostunu cezalandırmayacağını Kur'an'da nerede
bulabilirsin?" diye sordu. Fakih sustu, cevap veremedi. Bunun üzerine arif şu
âyeti okudu ki: Allah sizin dostunuzsa, günahlarınızdan dolayı size niçin azap
ediyor?" Bu âyette, dostun, dostuna azap etmeyeceğine delil vardır.[71]
27. Onlara,
Âdem'in iki oğlunun haberini gerçek olarak anlat: Hani birer kurban takdim
etmişlerdi de birisinden kabul diğerinden
ise kabul edilmemişti. Kurbanı kabul edilmeyen: "Andolsun seni öldüreceğim" dedi. Diğeri de,
"Allah ancak takva sahiplerinden kabul eder" dedi.
28. "Andolsun
ki sen, öldürmek için bana elini uzatsan bile ben sana, öldürmek için el
uzatacak değilim. Ben, alemlerin Rabbi olan Allah'tan
korkarım."
29. "Ben
istiyorum ki, sen, hem benim günahımı, hem de kendi günahını yüklenip ateşe
atılacaklardan olasın; zalimlerin cezası işte budur" dedi.
30. Nihayet
nefsi onu, kardeşini öldürmeye itti de onu öldürdü; bu yüzden de kaybedenlerden
oldu.
31. Derken
Allah, kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini ona göstermek için yeri eşeleyen
bir karga gönderdi. Katil kardeş" Yazıklar olsun bana! Şu karga kadar da
olamadım mı ki kardeşimin cesedini gömeyim" dedi ve ettiğine yananlardan
oldu.
32. İşte bu
yüzdendir ki İsrailoğullarma şöyle yazmıştık: Kim, bir cana veya yeryüzünde
bozgunculuk çıkarmaya karşılık olmaksızın bir cana kıyarsa bütün insanları
öldürmüş gibi olur. Her kim de bir canı kurtarırsa bütün insanları kurtarmış
gibi olur. Peygamberlerimiz onlara apaçık deliller getirdiler; ama bundan
sonra da onlardan çoğu yine yeryüzünde aşırı
gitmektedirler.
33. Allah ve
Rasulüne karşı savaşanların ve yeryüzünde düzeni bozmaya çalışanların cezası
ancak ya öldürülmeleri, ya asılmaları, yahut el ve ayaklarının çaprazlama
kesilmesi, yahut da bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu
onların dünyadaki rüsvaylığıdır. Onlar için ahirette de büyük
azap vardır.
34. Ancak, siz
kendilerini yenip ele geçirmeden önce tevbe edenler müstesna; biliniz ki Allah
çok bağışlayıcı ve merhamet edicidir.
35. Ey iman
edenler! Allah'tan korkun. O'na yaklaşmaya yol arayın ve yolunda cihad edin ki
kurtuluşa eresiniz.
36. Şüphe yok
ki kâfir olanlar, yer yüzündeki her şey ve bunun yanında da bir o kadarı
kendilerinin olsa da kıyamet gününün azabından kurtulmak için onu fidye
verseler onlardan asla kabul
edilmez; onlar için elem verici
bir azap vardır.
37. Ateşten
çıkmak isterler, fakat onlar oradan çıkacak değillerdir. Onlar için devamlı bir
azap vardır.
38. Hırsızlık
eden erkek ve kadının, yaptıklarına karşılık bir ceza ve Allah'tan bîr ibret
olmak üzere ellerini kesin. Allah izzet ve hikmet
sahibidir.
39. Kim bu
haksız davranışından sonra tevbe eder ve durumunu düzeltirse, şüphesiz Allah
onun tevbesini kabul eder. Allah çok bağışlayıcı ve merhamet
edicidir.
40. Bilmez
misin ki, göklerde ve yerde ne varsa hepsinin mülkiyeti Allah'a aittir;
dilediğine azap eder ve dilediğini bağışlar. Allah her şeye hakkıyla
kadirdir.
Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Yüce Allah Önceki âyetlerde
İsrailoğullarının inallarını ve zorbalara karşı savaşma hususunda, Allah'ın
emrine isyanlarım anlattıktan sonra, bu âyetlerde de Âdem (a.s)'in iki oğlunun
kıssasını, Kabil'in Allah'ın emrine isyanını ve Allah'ın, öldürülmesini haram
kıldığı suçsuz bir nefsi öldürmesini anlattı. Yahudiler, isyan hususunda,
yeryüzünde Allah'a ilk isyan edenin peşinden gittiler. Yahudilerdeki kötü huy,
Âdem'in ilk oğlundan onlara intikal eden huydur. İsrailoğullarmın kıssası ile
Âdem'in iki oğlunun kıssası, inat ve isyan bakımından birbirlerine
benzemektedir. Bundan sonra Yüce Allah, devlet emniyetine karşı Çikan yol
kesicilere, hırsızlara ve yeryüzünde fesat çıkaranlara verilecek cezayı
anlattı. [72]
Kelimelerin İzahı
Kurbân, kendisiyle Allah'a
yaklaşılan şey demektir.
"Dönersin" demektir. Bir kimse eve
döndüğünde denilir.
Aldattı ve işi kolaylaştırdı
manasınadır. Bir şey kolaylaşıp boyun eğdiğinde denilir. Birşeyi, onun için kolaylaştırdı"
demektir.
"Araştırıyor, gözetliyor"
manasınadır.
Sev'e, avret yeri
demektir.
Yâ veyletâ, eyvah mânâsına olup
üzüntü ve pişmanlık ifade eden bir kelimedir. Sîbeveyh şöyle der: Bu kelime,
helak olma esnasında söylenilen bir kelimedir.
Sürülürler. Bir kimse birini
kovduğu ve sürgün ettiği zaman ölü denilir. Bu kelime aslında, helak etmek
mânâsına gelir. Eşyanın âdisi için kullanılan
kelimesi de bu köktendir.
Hızy, rezillik ve zillet
manasınadır. "Allah onu rezil ve zelil etsin" mânâsına
denilir.
Vesile, kendisiyle Allah'a
ulaşılan herşeye vesile denir. Nekâl, ceza manasınadır. [73]
Nüzul Sebebi
Enes'ten rivayet edildiğine göre,
Ureyne Kabilesinden bir grup, Medine'ye Rasulullah (s.a.v.)'m yanına geldiler,
fakat Medine'nin havasına alışamayıp hasta oldular. Bunun üzerine Rasulullah
(s.a.v.) onları, zekat develerinin yayıldığı yöreye gönderdi. Develerin
sütlerini içmelerini, hastalıklarını da bu develerin sidikleri üe tedâvî
etmelerini emretti. Adamlaı gittiler, bir müddet sonra sağlıklarına kavuşunca
Hz.Peygamber (s.a.v.)'in çobanını öldürdüler ve develeri sürüp götürdüler.
Rasulullah (s.a.v.) arka lanndan bir müfreze gönderip onlan yakalattı. Medine'ye
getirildiler. Rasu lullah (s.a.v.)'m emri üzerine elleri ve ayaklan kesildi,
gözleri çıkarıldı ve ölünceye kadar, kızgın güneş altında bırakıldılar. Bunun
üzerine Allah ve Rasulüne karşı savaşanların cezası...." âyeti nazil oldu.[74]
Âyetlerin Tefsiri
27. Ya
Muhammed! O hasetçi Yahudilere ve benzerlerine, Âdem'in oğulları Hâbil ile
Kabil'in haberini hak ve doğru olarak anlat. Bu kıssa ile onlara öğüt ver.
Çünkü bu gerçek bir kıssadır. O zaman her ikisi de kurban takdim etmişler, fakat
Hâbil'in kurbanı kabul edilmiş, Kabil'in kurbanı kabul edilmemişti. Müfessirler
der ki: Bu iki kardeşin kurban takdim etmelerinin sebebi şu idi: Havva, her
batında bir erkek ve bir kız doğuruyordu. Bir batında doğan erkek, diğer batında
doğan kızla evleniyordu. Âdem (a.s) Kabil'i Hâbil'in kızkadeşi ile, Hâbil'i de
Kabil'in kız kardeşi ile evlendirmek isteyince Hâbil buna razı olmuş, Kabil ise
razı olmamıştı. Çünkü onun ikiz kardeşi daha güzeldi. Bunun üzerine Âdem (a.s)
onlara: "İkiniz de birer kurban takdim edin. Hanginizin kurbanı kabul edilirse,
onunla o evlensin" dedi. Kabil ziraatçı idi. Ekinin en kötüsünü kurban olarak
takdim etti. Hâbil'in ise koyunları vardı. O da, yanında bulunan en güzel koçu
kurban etti. Gökten bir ateş inerek Hâbil'in kurbanını yaktığı için, onun takdim
ettiği kurban kabul edilmiş oldu. Bunun üzerine Kabil, daha çok kıskançlık ve
öfkeye kapılarak Hâbil'i Ölümle tehdit etti.[75]
"Andolsun seni öldüreceğim" dedi. Hâbil: Niçin diye sordu. Kabil: "Çünkü senin
kurbanın kabul edildi, benim ki kabul edilmedi" dedi. JlsBunun üzerine Hâbil
şöyle dedi: "Bunda benim günahım ne? Allah ancak Rab-binden korkanların ve
niyeti samimi olanların kurbanını kabul eder". Beyzâvî şöyle der: Kabil,
Hâbil'in kurbanının kabul edilmesini aşırı derecede kıskandığı için onu ölümle
tehdit etti. Hâbil ona cevap olarak: "Başına bunun gelmesine, takvayı terketmek
suretiyle sen kendin sebep oldun. Yoksa bunlar senin başına benim yüzümden
gelmedi" dedi. Bu, taatın, ancak Allah'tan korkan mü'min bir kuldan kabul
edileceğini göstermektedir.[76]
28. Sen haksız
yere, beni öldürmek için
bana elini uzatsan da,
ben sana karşılık verecek
değilim. İbn Abbas der ki: "Yani, ben kendimi korumak için sana karşı gelecek
değilim Ben sana elimi uzatmam. Çünkü ben, alemlerin Rabbı olan Allah'tan
korkarım". Zemahşerî der ki: "Bazıları, Hâbil'in Kabil'den daha kuvvetli
olduğunu, fakat Allah'tan korktuğu için kardeşini öldürmekten sakındığını"
söylemişlerdir.[77]
29. "Ben
istiyorum ki sen, hem benim hem de kendi günahını yüklenip ateşe atılanlardan
olasın." Yani, eğer beni öldürürsen, bu benim için, seni öldürmemden daha
iyidir. Ebu Hayyan şöyle der: Eğer kaderde, benim seni öldürmem veya senin beni
öldürmen yazılı ise, ben, Allah'ın yardımına nail olan bir mazlum olmayı tercih
ederim, zalim olmayı değil.[78]
İbn Abbas şöyle der: Ben, önce davranıp da seni öldürmem. Böyle yapmaktan
maksadım, senin beni öldürdüğün takdirde hem beni Öldürmenin hem de daha önce
işlediğin suçların günahını
yüklenip ateşe atılanlardan
olmandır. Haddi aşanların ve Allah'ın
emrine karşı gelenlerin cezası işte budur. [79]
30. Nihayet
nefsi ona, kardeşini öldürmesinin güzel
ve kolay bir iş olacağını söyledi de onu öldürdü, bu yüzden kaybetti ve bedbaht
oldu. İbn Abbas şöyle der: Kardeşi onu, "Eğer beni öldürürsen ateşe atılanlardan
olursun" diye korkuttu, fakat o bu işten vazgeçmedi. [80]
31. Derken
Allah, kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini katile göstermek için, yeri ayak ve
gagasıyla eşeleyen bir karga gönderdi. Mücâhid şöyle der: Allah iki karga
gönderdi. Birisi diğerini öldürünceye kadar boğuştular. Sonra katil karga,
öldürdüğü karga için bir çukur eşerek onu gömdü. Âdem (a.s)'in bu oğlu, ilk
öldürülen insan idi. Rivayet edildiğine göre Kabil Hâbil'i öldürdüğü zaman onu
meydanda bıraktı. Nasıl gömeceğini bilmiyordu. Nihayet, öldürdüğü arkadaşını
gömen bir karga gördü. Onu görünce hasret ve nedamet içinde şöyle dedi: Yazik
bana! Şu karga kadar olup da, onun yaptığı gibi kardeşimin cesedini toprağa
gömmekten aciz mi oldum!? Böyle diyerek, kardeşini öldürdüğüne değil de, onu
nasıl gömeceğini bilmediğine pişman oldu. İbn Abbas şöyle der: Onu öldürdüğüne
pişman olsaydı, bu pişmanlık onun için bir tevbe olurdu.[81]
32. İşte Kabil
ve Hâbil olayından ve Kabil'in Hâbil'i haksız yere öldürmesinden dolayı,
İsrailoğullarına şunları farz kıldık: Sizden kim, başka bir kişiyi öldürmemiş
olduğu halde, ki öldürürse kısası hak ederdi- bir kişiyi zulmen öldürürse, keza
kim ortada dinden dönmek, yol kesmek gibi kanının heder olmasını gerektiren bir
fesat olmaksızın, bir diğer kimseyi öldürürse o, bütün insanları öldürmüş gibi
olur.
Beyzâvî şöyle der: Zira o böyle
yapmakla kanların hürmetini ihlal etmiş, ihsanların birbirlerini öldürme yolunu
açmış ve onlara bu işi yapma cesaretim vermiştir. Bundan maksat, nefisleri
öldürmekten men ve onları korumaya teşvik için, kalplerde, bir cam öldürmenin ve
ona hayat vermenin büyüklüğünü göstermektir.[82]
Her kim de bir canın hayatta kalmasına sebeb olur ve onu yok olmaktan
kurtarırsa, bütün insanları kurtarmış gibi olur. Bu âyeti tefsir ederken İbn
Abbas şöyle der: Kim, Allah'ın haram kıldığı bir tek canı öldürürse, o, bütün
insanları öldürmüş gibi olur. Kim de Allah'tan korktuğu için, O'nun haram
kıldığı bir nefsi öldürmekten çekinir ve hürmetini korursa, bütün insanlara
hayat vermiş, onları ölümden kurtarmış gibi olur.[83]
Biz, İsrail oğullarına bu büyük
mükellefiyeti farz kıldıktan sonra, peygamberlerimiz onlara açık mucizeler ve
engin deliller getirdiler. Bütün bu yasaklayıcı emirlerden sonra yine de onlar
adam öldürmede aşırı gittiler ve bunun vebalinin büyüklüğüne aldırış etmediler.
İbn Kesir şöyle der: "İsrailoğulları haram olan şeyleri bile bile işledikleri
için bu âyet onları kınamakta ve rezilliklerini ifade etmektedir." Râzî de
şöyle der: "Yahudiler, adam öldürmenin vebalinin bu kadar büyük olduğunu
bilmelerine rağmen yine de nebileri ve resulleri öldürdüler. Bu, onların
kalplerinin ne kadar katı olduğunu ve Allah'a itaatten ne derecede uzak
olduklarım gösterir. Bu kıssayı anlatmaktan maksat, Yahudilerin Rasulullah
(s.a.v.) ve arkadaşlarını öldürmek maksadıyla suikast düzenledikleri için onu
teselli etmek olunca, bu büyük vebalin İsrailoğullarma tahsis edilmesi kelama
uygun düşmüş ve maksadı pekiştirmiştir.[84]
Bundan sonra Yüce Allah, yol
kesicilerin cezalarım anlatarak şöyle buyurur:
[85]
33. Allah'ın
dinine, şeriatine, veli kullarına ve Rasullerine karşı savaşanların, günah
işlemek ve kan dökmek suretiyle yeryüzünde fesat çıkaranların cezası ancak,
azgınhkanndan dolayı Öldürülmeleri, başkalarına ibret olsun diye öldürüldükten
sonra asılmaları veya el ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi, yani sağ elleri
ile soy ayaklarının kesilmesi ya da bulundukları ülkeden başka bir ülkeye
sürgün edilmeleridir.[86]
Anlatılan bu cezalar
dünyada onlar için bir zillet ve
reziliktir. Ahirette de onlar için büyük bir azap vardır. O da cehennem
azabıdır. Bazı ilim adamları şöyle dediler: Böyle suçluları cezalandırmakta
devlet başkanı serbesttir. İsterse öldürür, isterse asar, isterse el ve
ayaklarını keser, isterse sürgün eder. Bu İmam Mâlik'in görüşüdür. İbn Abbas
şöyle der: Soygunun her derecesi için bir de rece ceza vardır: Adam öldüren
öldürülür, hem adam öldüren hem de malı alan öldürülür ve asılır. Sadece malı
alanın eli ve ayağı çaprazlama kesilir. Sadece korku salan ise o yerden sürülür.
Bu da cumhurun görüşüdür.[87]
34. Ancak bu
isyankar savaşçı ve soygunlardan yakalanıp ta cezaları verilmeden önce tevbe
edenler müstesnadır. Bu takdirde biliniz ki tevbe edip te Allah'a dönenler için
onun bağışlaması ve rahmeti boldur. Onun tevbesini kabul eder, günahını da
bağışlar.
Bundan sonra Yüce Allah mü'minlere
takva ve iyi amel sahibi olmalarını emrederek şöyle buyurdu: [88]
35. Ey iman
edenler, Allah'ın azabından korkun ve sizi ona yaklaştıracak ibadet ve itaati
isteyin. Katâde şöyle der: Allah'a itaatte ve onun razı olacağı amel ile ona
yaklaşın. Allah'ın dinini yüceltmek için cihad edin ki kurtuluşa erip sonsuz
nimetleri elde edesiniz. [89]
36. Eğer her
bir kâfirin yeryüzündeki mal ve servetlerin tümü ve bir o kadar daha malı olsa
ve kıyamet gününde Allah'ın azabından kurtulmak için o malı kendi yerine fidye
vermek istese bu ona fayda sağlamaz. Onun için elem verici bir azap ta
vardır. [90]
37. Ateşten
çıkmak isterler, fakat onlar oradan çıkacak değillerdir. Onlar için
kesintisiz devamlı bir
azap vardır. Hadiste
şöyle buyurulmuştur: "Kıyamet gününde kâfir getirilerek
kendisine: "Ne dersin! Yeryüzü dolusu altının olsa kurtuluşun için onu fidye
olarak verir miydin? diye sorulur. Kâfir "evet" der. Ona şöye denilir: "Senden
bundan daha kolayı yani bana şirk koşmaman istenmişti de sen ona diretmiştin"
Bundan sonra kâfirin ateşe atılması emredilir ve atılır.[91]
Bundan sonra Yüce Allah hırsıza
verilecek cezayı anlatarak şöyle buyurdu: [92]
38. Kadın
olsun erkek olsun hırsızlık eden herkesin, yaptığı o çirkin fiile karşılık Allah'tan bir ceza
olarak elini kesin. Allah koyduğu kanunlarda hikmet sahibidir. Zulmen el kesmeyi
emretmez. [93]
39. Kim
hırsızlık ettikten sonra tevbe eder, yaşayış ve amelini ıslah ederse Allah, şüphesiz onun tevbesini kabul eder ve
ona ahirette de azap etmez. Şüphesiz Allah'ın mağfiret ve rahmeti boldur. Yüce
Allah bundan sonra mülkünün genişliğine ve onun hükmünü bozacak kimsenin
bulunmadığına dikkat çekerek şöyle buyurdu: [94]
40. Ey muhatap!
Allah'ın kahredici güç ve engin mülk sahibi olduğunu, göklerin ve yerlerin
mülkünün onun elinde olduğunu bilmiyor musun? Bu soru takrir ifade eder yani
biliyorsun demektir. Allah azap etmek istediğine azap eder, günahını bağışlamak
istediğini de bağışlar. O, her şeye kadirdir, hiçbir şey onu aciz
bırakamaz. [95]
Edebî Sanatlar
1. öldürdü ve
diriltti kelimeleri arasında tıbak vardır. Bu, edebi sanatlardandır. Aynı
şekilde, azap eder ve bağışlar" kelimeleri arasında da tıbak sanatı
vardır.
2. Allah'a
karşı savaşanlar" cümlesinde muzaf hazfedilmiştir. Takdiri, Allah'ın dostlarına
karşı savaşanlar şeklindedir. Çünkü Allah'a karşı ne savaşılır, ne de Allah
mağlup edilir. Kelâm, mecaz yoluyla söylenmiştir.
3. Kim, o nefsi
diriltirse" cümlesinde istiare vardır. Çünkü maksat, "kim onu sağ bırakır,
öldürmeye teşebbüs etmezse" demektir. Zira ölümünden sonra bir nefsi diriltmeye
Allah'tan başka kimsenin gücü yetmez.
4. Şüphe yok ki
kâfir olanlar, yeryüzündeki her şey ve bunun yanında da bir o kadarı
kendilerinin olsa da, kıyamet gününün azabından kurtulmak için onu fidye
verseler, onlardan asla kabul edilmez." Zemahşerî şöyle der: Bu, azabın onlardan
ayrılmayacağını ve onlar için hiçbir şekilde azaptan kurtuluş yolu olmayacağını
vurgulayan bir temsildir.[96]
5. uzatsan
bile" sözü ile Ben el uzatacak değilim" sözü arasında tıbak-ı selb vardır. [97]
Faydalı Bilgiler
1. Herhangibir
kimseyi bir yerden nefy etmek, onu, sürgün etmek, kovmak ve uzaklaştırmak
şeklinde olabileceği gibi, hapsetmekle de olabilir. Bunun içindir ki Malik
(r.a) şöyle der: Nefy, hapsetmek demektir. Zira hapsedilen şahıs, geniş dünyadan
dar bir dünyaya sürgün edilir. Nitekim, hapishanede bulunan şair şöyle
demiştir:
Dünyadan ve orada yaşayanlardan
ilgiyi kestik. Biz ne dirilerdeniz, ne de ölülerden. Herhangi bir ihtiyaç için
bize bir gün gardiyan geldiğinde, hayret eder ve :" Bu adam dünyadan geldi"
deriz.[98]
2. Bu sûrenin
38. âyetinde, erkek hırsız kadın hırsızdan önce zikredilmiş; Nur sûresinin 2.
âyetinde buyurularak, zina eden kadın zina eden erkekten önce zikredilmiştir.
Bunun sırrı şudur: Hırsızlığa, erkek kadından
daha cür'etlidir, dolayısıyla
erkek önce zikredilmiştir. Kadının zina
yapması ise daha çirkin ve daha kötüdür. Dolayısıyla, onlardan herbirinin bu
şekilde getirilmesi makama uygun düşmüştür.
3. Asmai şöyle
der: Bir gün, âyetini okudum. Sonunu sehven Allah izzet ve hikmet sahibidir" yerine Allah
çok bağışlayan, pek esirgeyendir" şeklinde okudum. Yanımda bir be-devî vardı.
Bana, "Bu kimin sözüdür" diye sordu. Ben: "Allah kelamıdır" dedim. Bedevi:
"Hayır, bu, Allah kelamı olamaz, âyeti bir daha oku bakalım" dedi.
âyeti dikkatle tekrarlayınca, doğru
olarak şeklinde okudum.
Bedevi: "Evet, işte bu,
Allah kelamıdır" dedi. Ben: "Kur'an okumasını biliyor musun?" diye
sordum. Bedevi: "Hayır" dedi. Ben: "Öyleyse hata ettiğimi nereden anladın?" diye
sordum. Bedevi: "Bre adam, Allah izzet sahibi oldu, hükmetti ve kesti. Eğer
bağışlasa ve merhamet etseydi, elbette kesmezdi" dedi.[99]
4. Yüce şeriatı
inkâr edenlerden biri, az bir mal çalan hırsızın elinin kesilmesine itiraz etti
ve bu hususta aşağıdaki şiiri söyledi:
Kasten kesildiği takdirde
beşyüzlerce altınla diyeti ödenen el, dinarın dörtte biri kadar az bir malı
çalınca nasıl kesilir? Bu, bir zulümdür. Bizim, sadece susmak ve ateşten,
mevlamıza sağınmaktan başka çaremiz yoktur. İlim adamlarından biri ona şöyle
cevap verdi:
El, emin iken değeri
yüksekti. Eminlik onun
değerini artırmıştı. Hainlik edince
değeri düştü, yani, hıyanet zilleti onun değerini düşürdü. Yaratanın hikmetini
anla. Ne doğru söz! [100]
Hırsızın Elinin Kesilmesi Hususunda Bir Kaç Söz
Batılı bazı kimseler, hırsızın
elini kestiği için İslam şeriatını ayıplar, bu cezanın medenî toplumlara
yakışmayacak derecede ağır olduğunu iddia eder ve hırsızı caydırmak için hapis
cezası vermenin yeterli olduğunu söylerler." Selim bir mantığa
dayanmayan bu felsefe neticesinde suçlar
artmış; terör olayları çoğalmıştır. Hapishaneler suçlular ve emniyet ve sükûnu
tehdit eden teröristlerle dolmuştur. Hırsız, hiçbir şeyden korkmadan emniyet ve
sükûnet içinde hırsızlığını yapar. Sadece hapishane korkusu vardır. Orada da,
yeme ve giyme ihtiyaçları temin edilir. Beşerî kanunun takdir ettiği ceza
süresini bitirdikten sonra oradan çıkar. Şüphesiz ki böyle bir kimse, suç
işlemeye daha eğilimli olur ve daha rahat kötülük yapabilir. Günden güne suç
sayısının artmasıyla ilgili okuduklarımız ve işittiklerimiz bu tezimizin
doğruluğunu vurgular. Bu da, beşerî akim bu tehlikeli hastalıkları tedavi
edecek faydalı ve şifalı ilacı elde etme hususundaki kusurundan
kaynaklanmaktadır. İslam'a gelince, o, kötülüğü kökünden söküp atmıştır. Kesilen
tek bir el, suçluları caydırmak için yeterlidir. Bu ne hikmetli kanun! [101]
41. Ey Resul!
Kalbleri iman etmediği halde ağız-larıyle "inandık" diyen kimselerden ve Yahudilerden küfür
içinde koşuşanlar seni üzmesin. Onlar durmadan yalana kulak verirler, ve sana
gelmeyen kimselere kulak verirler; kelimeleri,
yerlerinden kaydırıp değiştirirler. "Eğer size şu verilirse
hemen alın, o verilmezse sakının!" derler. Allah bir kimseyi şaşkınlığa
düşürmek isterse, sen Allah'a karşı, onun lehine hiçbir şey yapamazsın. Onlar,
Allah'ın kalblerini temizlemek istemediği kimselerdir. Onlar için dünyada
rezillik vardır ve ahirette onlara mahsus büyük bir azap
vardır.
42. Hep yalana
kulak verir, çok haram yerler. Sana gelirlerse, ister aralarında hüküm v«r,
ister onlardan yüz çevir. Eğer onlardan yüz çevirirsen sana hiçbir zarar
veremezler. Ve eğer hüküm verirsen, aralarında adaletle hükmet. Allah âdil
olanları sever.
43. İçinde
Allah'ın hükmü bulunan Tevrat yanlarında olduğu halde nasıl seni hakem
kılıyorlar da, sonra verdiğin hükümden yüz çevirip gidiyorlar? Onlar inanmış
kimseler değildir.
44. Biz, içinde
doğruya rehberlik ve nur olduğu halde
Tevrat'ı indirdik.
Kendilerini Allah'a vermiş
peygamberler onunla, Yahudiler arasında hükmederlerdi. Allah'ın Kitab'ını
korumaları kendilerinden istendiği için Rablerine teslim olmuş zâhidler ve
bilginler de onunla hükmederlerdi. Hepsi ona şahidlerdi. Şu halde, insanlardan
korkmayın, benden korkun, âyetlerimi az bir bedel karşılığında satmayın. Kim
Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta
kendileridir.
45. Tevrat'ta
onlara şöyle yazdık: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş.
Yaralar da kısastır. Kim bunu bağışlarsa kendisi için o keffâret olur. Kim
Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar zalimlerdir.
46.
Kendinden önce gelen
Tevrat'ı doğrulayıcı olarak
peygamberlerin izleri üzerine,
Meryem oğlu îsâ'yı arkalarından
gönderdik. Ve ona, içinde doğruya rehberlik ve nur bulunmak, önündeki Tevrat'ı
tasdik etmek, sakınanlara bir hidâyet ve öğüt olmak üzere İncil'i
verdik.
İncil'e inananlar, Allah'ın onda
indirdiği ile hükmetsinler. Kını Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar
fasıklardır.
48. Sana da,
daha önceki kitabı doğrulamak ve onu korumak üzere hak olarak Kitab'ı gönderdik.
Artık aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet; sana gelen gerçeği bırakıp da
onların arzularına uyma. Her birinize bir şeriat ve bir yol verdik. Allah
dileseydi sizleri bir tek ümmet yapardı; fakat size verdiği şeyde sizi denemek
için böyle yaptı. Öyleyse iyi işlerde birbirînizle yarışın. Hepinizin dönüşü
Allah'adır. Artık size, üzerinde ayrılığa düştüğünüz şeyleri O haber
verecektir.
49. Aralarında
Allah'ın indirdiği ile hükmet ve onların arzularına uyma. Allah'ın sana
indirdiği hükümlerin bir kısmından seni saptırmamalarına dikkat et. Eğer yüz
çevirirlerse bil ki Allah bazı günahları sebebiyle başlarına mutlak bir musibet
getirmek istiyor. İnsanların birçoğu da zaten yoldan
çıkmışlardır.
50. Yoksa onlar
(İslam öncesi) Cahiliyyet İdaresini mi arıyorlar? İyi anlayan bir topluma göre,
hükümranlığı Allah'tan daha güzel kim vardır?
Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Yüce Allah Önceki âyetlerde Âdem
(a.s)'in iki oğlunun kıssasını, kıskançlık ve zulüm sebebiyle kardeşin kardeşi
öldürme cür'etini ve hırsızlık ve soygunla ilgili hükümleri anlattıktan sonra,
burada da münafık ve Yahudilerin Peygambere (s.a.v.) karşı kıskançlıklarını,
peygamberin (s.a.v.) ve Ashabının başına felaketlerin gelmesini beklediklerini
anlattı, Rasulullah (s.a.v.)'a, insanlık düşmanlarından gelecek eziyetlere
üzülmemesini emretti. Çünkü Allah, Rasulünü düşmanların şerrinden koruyacak ve
onların tuza-ğından kurtaracaktı. Bundan sonra da Yüce Allah, Tevrat'ta
indirdiği nûrânî hükümleri açıkladı. [102]
Kelimelerin İzaht
Seni üzer. Hüzün ve hazen her
ikisi de sevincin zıddı olup
üzülmek
demektir.
Suht, haram manasınadır, itaati
arın sevabım yok edip kökünü kestiği için harama bu isim verilmiştir. Suht
aslında helak manasınadır.
Nitekim âyet-i kerimede sonra o
bir azap ile sizi yok edip kökünüzü keser,[103]
buyurmuştur.
Ahbâr, âlim manasına gelen
çoğuludur. Güzelleştirmek manasına selen mastarından alınmıştır. Arkalarından
gönderdik.
Muheymin, bir şeyi gözetleyen ve
koruyan demektir. "Bir şeyi gözetledi" manasına gelenden alınmıştır. "Bir şeyden
yüksek olan" manasına da gelir.[104]
Şir'a. sünnet ve yol demektir. Bir
kimse başkaları için çığır açtığında denir.
Minhac, açık yol manasınadır. [105]
Nüzul Sebebi
Berâ b. Âzib'tan rivayet
edildiğine göre, tahmim cezasına[106]
çarptırılarak kırbaçlanan bir Yahudi, teşhir edilmek üzere hayvan üzerinde
dolaş-tırılırken Rasulullah (s.a.v)'m yanından geçirildi. Rasulullah (s.a.v)
onları çağırdı ve:"Ritabmızda, zina edenin cezasını bu şekilde mi buluyorsunuz?
diye sordu. Yahudiler, "Evet" dediler. Sonra Rasulullah (s.a.v) onların
alimlerinden bir adamı çağırdı ve ona : Mûsâ (a.s)'ya Tevrat'ı indiren Allah aşkma doğru söyle;
kitabınızda, zina edenin cezasını bu şekilde mi buluyorsunuz? diye sordu. Adam
şöyle dedi: Hayır. Böyle yemin verdirmesey-din söylemezdim. Kitapta recim cezası
buluyoruz. Fakat bu suç, ileri gelenlerimiz arasında çoğaldı. Biz, ileri
gelenlerimizi yakaladığımızda onlara ceza vermez olduk. Zayıflan yakaldığımızda
onlara cezayı uyguladık. Bunun doğru olmadığını görünce dedik ki: Gelin, Öyle
bir ceza koyalım ki, bunu hem ileri gelenlere, hem de halka uygulayabilelim.
Böylece recm yerine, tahmim ve sopa vurma üzerinde ittifak ettik. Bunu işiten
Rasulullah (s.a.v) "Ey Allah'ım! Yahudiler senin emrini terkettikten sonra onu
ilk defa uygulayan benim, diyerek Yahudinin recmedilmesini emretti ve Yahudi
recmedildi. Bunun üzerine Yüce Allah Ey
Rasûl! Yahudilerden küfür içinde koşanlar seni üzmesin., size tahmim cezası verilirse onu alınız"
âyetini indirdi. Yahudiler şöyle diyorlardı: "Muhammed'e gidin. Eğer size
tahmim ve sopa vur ma cezasını emrederse onu uygulayın. Yok, eğer recme fetva
verirse ondan sakınınız.[107]
Ayetlerin Tefsiri
41. Âyet,
teselli yoluyla Ra-sulullah (s.a.v)'a hitap etmektedir. Yani, Ey Muhammedi
yarışırcasına küfre doğru koşan ve hızla küfre düşenlerin yaptıklarından
etkilenip de üzülme. İmanları ağızlarından öte geçmeyen münafıklar, dilleriyle
"inandık" derler, halbuki kalpleri inkar etmektedir. Yahudiler de, yalan ve
batıl sözlere aşın derecede kulak verirler ve alimlerinin Allah'a karşı
yaptıkları iftirayı ve kitabında yaptıkları tahrifi hemen kabul ederler. Onlar,
kibir, aşırı kin ve düşmanlıklarından dolayı senin meclisine gelmeyen diğer bir kavmin
sözlerini kabul de de aşırı giderler. Rasulullah (s.a.v)'m meclisine gelmeyenler
Hayber Yahudileri, yalan ve batıl sözleri dinleyenler de Kureyzaoğullan'dır.
Kelimeleri, Allah'ın yerleştirdiği yerlerinden kaydırıp uzaklaştırırlar. Yani
Allah'ın hükümlerini tarif ederler ve onları başka hükümlerle değiştirirler. İbn
Abbas şöyle der: Kelimelerden maksat, Allah'ın Tevrat'taki hükümleridir.
Yahudiler recm hükmünü, sopa ve tahmini (yani yüzü karartma) cezası ile
değiştirdiler.[108]
Yahudiler diyorlar ki: Muhammed size, sopa vurmayı emrederse kabul edin. Eğer
recmetmeyi emrederse kabul etmeyin. Yüce Allah onların bu davranışlarını
reddederek şöyle buyurdu: Allah kimin kâfir ve sapık olmasını isterse, hiç
kimse bunu ondan defedemez. Onlar öyle kimselerdir ki, yaptıklarının çirkinliği
ve tercihlerinin kötülüğü yüzünden
Allah onların kalplerini inkar ve sapıklık kirinden temizlemek istemiştir.
Dünyada Yahudiler için zillet ve rezillik âhirette ise büyük bir azap vardır. O
da cehennem ateşinde ebedi kalmaktır. Ebu Hayyan şöyle der: Bu âyet, Rasulullah
(s.a.v)'ı teselli etmek, Yahudilerin küfre koşmalarından duyduğu Üzüntüyü
hafifletmek ve onların kurtuluşa ereceklerinden ümidini kesmek için inmiştir.[109]
42. Mânâyı
pekiştirmek ve olayın büyüklüğünü ifade etmek için âyet tekrar edildi. Yani
yalan ve batıla aşırı derecede kulak verirler; rüşvet, faiz ve benzeri haram
şeyleri çok yerler. Ey Muhammed! Aralarında meydana gelen anlaşmazlıklarda
senin hakemlik etmeni isterlerse, aralarında hüküm vermek veya onlardan yüz
çevirmek hususunda serbestsin. İbn Kesîr şöyle der: Eğer senin hakemliğine
başvurmak üzere gelirlerse, onların
arasında hükmetmemende bir sakınca yoktur. Çünkü onlar, hakka tabi olmak
maksadıyle senin hakemliğine baş vurmuyorlar. Bilakis, kendi arzularına uygun
olana uymak istiyorlar.[110]
Eğer onlardan yüz çevirirsen sana hiç
bir zarar vermezler. Çünkü Allah insanlara karşı seni korur ve muhafaza eder.
Eğer onların arasında hüküm verirsen, her ne kadar onlar adaletle yolundan
çıkmış zâlim kimseler iseler de, aralarında hak ve adaletle hüküm ver. Çünkü
Allah adaletli olanları sever. Bundan sonra Yüce Allah, Yahudilerin Tevrat'ın
hükümlerine muhalefetlerini kınayarak şöyle
buyurdu: [111]
43. Ey
Muhammed! içinde Allah'ın hükmü bulunan Tevrat yanlarında olduğu , onu görüp de
amel etmedikleri halde o Yahudiler seni nasıl hakem kılıyor ve hükmüne razı
oluyorlar?! Fahr-i Râzî şöyle der: Bu âyet Hz. Peygamberi (s.a.v.), Yahudilerin
kendisini hakem tayin etmelerinden dolayı, aşırı derecede hayrete düşürmeyi
ifade eder. Çünkü Yahudiler Tevrat'ta, zina edene verilecek cezayı bildikleri
halde o hükmü bırakıp Rasulullah (s.a.v)'ı hakem tayin ediyorlardı. Böylece,
daha hafif ceza almak için, hak olduğuna inandıkları hükmü bırakıyor ve bâtıl
olduğuna inandıkları hükme gidiyorlardı. İşte bu şekilde cehaletleri ve inatları
ortaya çıkmış oldu.[112] Onlar hakkı apaçık gördükten sonra, senin
kendi kitaplarına da uygun olarak verdiğin hükmünden yüz çevirirler. Onlar
mü'min değillerdir. Çünki kendi
kitapları Tevrat'a inanmıyorlar. Ondan ve senin ona uygun düşen hük münden yüz
çeviriyorlar. Teshil yazarı şöyle der: Bu âyet onları susturur Çünkü Allah'ın
kitabına muhalefet eden
ve onu değiştiren
kimsenin mü'min olduğunu söylemesi, boş bir iddiadır.[113]
Sonra Yüce Allah, Tevrat'ı! nur ve ziya
olduğunu bildirerek onu övdü ve şöyle buyurdu:
[114]
44. Biz Musa'ya
Tevrat'ı indirdik. Onda apa çık bir beyân ve parlak bir nur vardır. O nur,
kapalı olan hükümleri açıklar. İsrailoğullarının Allah'ın emirlerine bo yun
peygamberleri, Tevrat'ın hükmünden çıkmayan onu değiştirip tahrif ei meyen
Yahudiler arasında o Tevrat'la hüküm verirler, Yahudilerin âlimleri ve
fakîhleri, Allah'ın kendilerine, kitabını tahriften ve zayi etmekten
korumalarını emretmesi sebebiyle Tevrat'la hüküm verirlerdi. Hepsi de. Kitabın
değiştirilip tahr edilmemesi için birer gözetleyici idiler. Ey Yahui âlimleri!
Hz. Muhammed'in vasfına dair elinizde bulunan âyetleri ve rec âyetini açıklama
hususunda insanlardan korkmayın. Bilakis onları gizi» diğiniz takdirde benden
korkun. Âyetlerimizi rüşve makam ve basit menfaat gibi geçici dünya malı ile
değiştirmeyin.
Kim olursa olsun, Allah'ın şeriatı
ile hükmetmeyen kâfirdir. Zemahşerî şöyle der: Kim Allah'ın indirdiği hükümleri
küçümser de onlarla hükmetmezse onlar kâfirler, zâlimler ve fasıklardır. Bu
âyet, onların küfürde aşırı gittiklerini gösterir. Çünkü onlar alay ettikleri ve
küçümsedikleri için Allah'ın âyetlerjne haksızlık ettiler ve başka şeylerle
hükmederek inat gösterdiler.[115]
Ebu Hayyan şöyle der: Bu âyetin akışından, her ne kadar hitabın Yahudilere ait
olduğu aıııaşıısa da, âyet Yahudiler ve diğer insanlar hakkında umumidir.[116]
Kâfirler hakkında gelen her âyet, âsi mü'minleri de içine alır. [117]
45. Tevrat'ta
Yahudilere şunları farz kıldık: Can karşılığı can alınır. Haksız yere çıkarılan
göze karşıhk göz çıkanhr. Zulmcn kesilen buruna karş.lık burun, kulağa karşılık
da kulak kesilir. Dişe karşüık diş sökülür. Yaralar da kısastır. Yani yaraıayanm
yaralıda meydana getirdiği yaranın benzeri, onda da meydana getirilerek kısas
yapılır. Bu uygulama, misli ile cezalandırmanın mümkün olduğu ve uygulandığı
takdirde ölüm tehlikesi olmayan yaralamalarda yapılır. Kim kısas, bağışlarsa,
bu, kendisi için bir keffaret olur. j£n Abbas şöyle der: "Kim suçluyu affeder ve
onu bağışlarsa, bu? suçıu için bir keffaret; kısas,hakkına sahip olan için de
bir sevaptır.[118]
Taberî şöyle der: Hak sahiplerinden kim hakkını bağışlar ve affederse, bu
kerıdisi bir keffaret olur. Affettiği ve hakkından vazgeçtiği için Allah onUn
günahıannı bağişlar.[119]
Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse, Allah'ın şeriatına muhalefetten dolayı,
onlar koyu zâlim olurlar[120]
46. İsa b.
Meryem’i de peygamberlerin izlerinden yürüttük. Onu peygamberlerin arkasından
daha önce gelmiş olan Tevratı tasd_ik edici olarak gönderdik. Biz îsâ'ya İncil'i
indirdik. Onda hakka eötüren bir rehberlik ve şüpheleri gidermek için,
ışığından istifade edilen bir nur vardır. Aynı zamanda o, TeVrat'm Allah
katından geldiğini itiraf ve tasdik eder. Bu cümlenin tekrar edilmesi, konuyu
daha fazla açıklamak içindır. sakınanlar için bir rehber ve öğüt vericidir. [121]
47. İncil'e
inananlar, Allah'ın onda indirdiği hükümlerle hükmetsinler. Yani biz, Meryem
oğlu îsâ'ya İncil'i gönderdik ve ona ve peşinden gidenlere jncirie hükmetmesini
emrettik. Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar imandan ve Allah'a
itaattan çıkan azgınlardır[122]
48. Ey
Muhammed, sana da adaletle ve tam bir doğrulukla Kur'an'ı indirdik. Kur'an
kendisinden önce gelmiş olan semavî kitapları tasdik edici, koruyucu ve onlara
hâkim olarak inmiştir. Zemahşerî şöyle der: "Kur'an" diğer kitapları gözetleyici
olarak inmiştir. Çünkü Kur'an onların varlıkları ve doğrulukları hakkında
şahitlik eder.[123]
İbn Kesîr şöyle der: Muheymin ismi bu manaları kapsamaktadır. Yani Kur'an
emindir, şahittir ve kendisinden Önceki bütün kitaplara hâkimdir. Allah, önceki
kitapların güzelliklerini bunda toplamıştır. Ayrıca ona diğer kitaplarda
bulunmayan yüce vasıflar vermiştir.[124]
Ey Muhammed, insanlar arasında, Allah'ın sana bu yüce kitapta indirdiği
hükümlerle hükmet, Sana gelen bu Kur'an'ı bırakıp da, onların kötü maksatlarına
uygun hareket etme. İbn Kesîr şöyle der: Yani, Allah'ın sana emrettiği haktan
ayrılıp da, bu cahil bedbahtların arzularına uyma.[125]
Her Ümmete bir şeriat vt kendilerine mahsus apaçık bir yol verdik. Ebu Hayyan
şöyle der: Yahudİle rin bir şeriatı ve bir yolu vardır. Hıristiyanların da
öyledir. Farklılık sadect şer'î hükümlerdedir. İnanılacak şeyler ise, bütün
insanlar içindir. Bunlar di tek Allah inancı,
peygamberlere, bütün kitaplara ve onların kapsadığ kıyamet ve cezaya iman
etmektir.[126]
Allah istesey di. bütün İnsanları bir din ve
bir şeriat üzerinde toplardı. Bu şeriatları hiçbiri diğerinin hükmünü
kaldırmazdı. Fakat, Allat kullarını imtihan etmek için muhtelif seri ati er
gönderdi ki, kullar Allah'ı hükmüne boyun mu eğecekler, yoksa ondan yüz mü
çevirecekler, ortay çıksın. Yani Allah itaat edenle isyan edeni görmek için,
şeriatları fark kıldı. Öyleyse'sizin
için hayırlı olan, Allah'a itaata ve seri; tını uygulamaya koşunuz. Kıyamet
gününde hepinizin dönüşü ve gidişi Allah'adır. Din hususunc ihtilaf ettiğiniz
şeyleri size bildirecek ve
amellerinizin.karşılığını ver çektir. [127]
49. Ehl-i kitap
arasında da t Kur'an'la hükmet. Onların bâtıl arzularına uyma. O düşmanların,
seni Allah'ın şeriatından döndürmelerinden s km. Çünkü onlar yalancılar,
kâfirler ve hainlerdir,. Allah'ın indirdiği ile hükmetmekten yüz çevirir de,
baş. şeyle hükmetmek isterlerse, bil ki ey Muhammed, Allah, ancak bazı suç! rı
yüzünden onları cezalandırmak istemektedir. sanlardan birçoğu da zaten yoldan
çıkmışlardır. Yani insanlardan çoğulerine itaattan çıkmışlardır. Hakka muhalefet
etmek olup devamlı masiyet işlemektedirler. [128]
50. Yoksa onlar
Câhiliyyet kânununu mu isLiyorlar? Burada kî istifhan inkâr ve kınama ifade
eder. Yani, onlar senin verdiğin hükmü kabul etmeyip Allah'ın hükmünden yüz
çevirerek Câhiliyet kânununu mu istiyorlar?!.. Yüce ve hikmet sahibi olan
Allah'a inanan bir kavim için, Allah'tan daha âdil hüküm veren, Ondan daha doğra
beyânda bulunan ve ondan daha sağlam kânun koyan kim vardır!?.. [129]
Edebî Sanatlar
1. Ey Rasul".
Burada "Rasul" lafzı ile hitap etmesi, Hz. Peygamberi şereflendirmek ve
yüceltmek içindir.
2. Küfürde
yarışıyorlar". Bu cümlede harf-i çeri yerine harfi çerinin tercih edilmesi,
onların, ayrılamayacak bir şekilde küfrün içine yerleştiklerine ve yarışmakla
sadece küfür çeşitlerinin birinden diğerine geçtiklerine işaret eder.[130]
3. Burada
kalıbı mübalağa ifade eder. Yani, onlar yalana aşırı derecede kulak
verirler.
4. Dünyada
onlar için rezillik vardır" Burada kelimesinin nekre olarak getirilmesi,
rezilliğin büyüklüğünü ifade eder. lafzının tekrar edilmesi ise, daha fazla
açıklamak ve vurgulamak içindir. kelimeleri arasında da tıbak
vardır.
5. Seni nasıl
hakem kılıyorlar?!" Yahudilerin Rasulullah'a (s.a.v.) ve onun getirdiği kitaba
inanmadıkları halde onu hakem kılmalarının şaşılacak bir şey olduğunu ifade
eder.
6. Onlar mü'min
değillerdir" Burada, uzak için kullanılan işaret isminin gelmesi, onların kibir
ve gururda ne kadar ileri gittiklerini bildirir.
7. İnsanlardan korkmayın" Bu hitap, Yahudilerin
ileri gelenlerine ve alimlerinedir. Üçüncü şahıs fiilinden, ikinci şahsa dönüş
vardır. Aslı korkmasınlar şeklindedir.
8. Hayır
işlerde yarışınız", Burada istiare vardır. Çünkü hayırda yarışanlar, at üzerinde
yarışanlara benzetilmiştir. Zira bu yarışanların herbiri, hedefe ulaşmak için
arkadaşı ile yarış eder.[131]
Faydalı Bilgiler
Fahr-ı Râzî şöyle der: Yüce Allah
Hz. Muhammed (s.a.v)'e bir çok yerde "ey Nebi" lafzı ile hitap etti. "Ey Rasul"
lafzı ile ise sadece iki yerde hitap etti. Bunlardan biri, "Ey Rasul! İnkarda
yarışanlar seni üzmesin[132]
mealindeki âyet, ikincisi ise yine bu sûrede bulunan, "Ey Rasûl, Rabbinden sana
indirileni tebliğ et[133]
mealindeki âyettir. Bu hitap, şüphesiz şereflendirme ve yüceltme hitabıdır.[134]
Bir Uyarı
Allah kabrini nur etsin, İslam
Şehidi Seyyid Kutub, Fî Zılâli'l-Kur'ân adlı tefsirinde şöyle der: Yoksa onlar
Câhiliyyet kânununu mu istiyorlar?!" Kur'an'm bu beliğ metni ışığında
diyebiliriz ki, Câhiliy-ye kanunu, insanın insana hükmetmesi, insanın insana
kulluk etmesi, Allah 'in ilâhlığmı bırakması ve ona kulluk etmeyerek başkasına
kulluk etmesidir. Şüphesiz bu bir yol ayrımıdır. Ya Allah'ın kanunu, veya beşer
kanunu... Bunun ortası ve alternatifi yoktur. İnsan hayatında ya Allah'ın
kanunu uygulanır veya insanların yaptığı kanun, hevâ ve heves kanunu ve
Allah'tan başkasına kulluk metodu uygulanır. Câhiliyyet dönemi, belirli bir
zaman kesimi değildir. O öyle bir durumdur ki, dün vardı, bugün vardır, yarın da
var olacaktır. İnsanlar ya Allah'ın şeriatı ile hükmeder, onu kabul eder ve ona
tam manasıyle teslim olurlar, ki bu takdirde onlar müslüman olurlar; veya
beşerin koyduğu kanunla hükmederler, ki, bu takdirde de onlar Câhiliye dönemini
yaşamış ve Allah'ın şeriatından çıkmış olurlar.[135]
51. Ey iman
edenler! Yahudileri ve Hıristiyanlan dost edinmeyin. Zira onlar birbinin
dostudurlar. İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır. Şüphesiz Allah,
zâlimler topluluğuna yol göstermez.
52. Kalblerinde
hastalık bulunanların: "Başımıza bir felaketin gelmesinden korkuyoruz" diyerek
onların arasına koşuştuklarını görürsün. Umulur ki Allah bir fetih, yahut
katından birşey getirecek de onlar, içlerinde gizledikleri şeyden dolayı pişman
olacaklardır.
53. İman
edenler: "Bunlar mıdır sizinle beraber olduklarına bütün güçleriyle yemin
edenler?" diyeceklerdir. Onların bütün yaptıkları boşa gitmiştir de
kaybedenlerden olmuşlardır.
54. Ey iman
edenler! Sizden kim
dininden dönerse (bilsin ki) Allah sevdiği ve kendisini
seven, mü'minlere karşı alçak gönüllü, kâirlere karşı onurlu ve zorlu bir
toplum getirecektir. Bunlar Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir kınayanın
kınamasından korkmazlar. Bu, Allah'ın, dileğine verdiği lütfudur. Allah'ın
lütfü ve ilmi geniştir.
55. Sizin
dostunuz ancak Allah'tır, Resulüdür,
iman edenlerdir; onlar Allah'ın emirlerine boyun eğerek namazı kılan ve zakatı
verenlerdir.
56. Kim
Allah'ı, Rasul'ünü ve iman edeleri dost edinirse bilsi ki üstün gelecek olanlar
şüphesiz Allah'ın tarafını tutanlardır.
57. Ey iman
edenler! Sizden önce kendilerine Ki-tab verilenlerden dininizi alaya ve eğlence
konusu edinenleri ve kâfirleri dost
edinmeyin. Eğer mü'minler iseniz, Allah'tan korkun.
58. Namaza
çağırdınız zaman onu alay ve eğlence konusu yaparlar. Bu davranış, onların
düşünemeyen bir toplum olmalarındandır.
59. Ey kitab
ehli! Yalnızca Allah'a, bize indirilene ve daha önce indirilene inandığımız için
mi bizden hoşlanmıyorsunuz? Oysa çoğunuz yoldan çıkmış
kimselersiniz.
60. De ki:
Allah katında yeri bundan daha kötü o-lanı size haber vereyim mi? Allah'ın
lanetlediği ve gaz-ab ettiği, aralarından maymunlar, domuzlar ve tâğuta tapanlar
çıkardığı kimseler; işte bunlar, yeri daha kötü olan ve
doğru yoldan daha ziyade sapmış bulunanlardır.
61. Yanınıza
inkârla girip yine inkarla çıktıkları halde size geldiklerinde "inandık" derler.
Allah gizlediklerini daha iyi bilmektedir.
62. Onlardan
birçoğunun günah, haksızlık ve haram yemede yarıştıklarını görürsün. Yaptıkları
ne kadar kötüdür!
63. Din
adamları ve alimleri onları, günah olan sözleri söylemekten ve haram yemekten
menetselerdi ya! İşledikleri ne kötüdür!
64.
Yahudiler: "Allah'ın eli
bağlıdır" dediler. Hay dediği
yüzünden eli bağlanası ve lanet olası! Bilakis, Allah'ın eli açıktır, dilediği
gibi verir. Andolsun ki sana Rabbinden indirilen, onlardan çoğunun azgınlığını
ve küfrünü arttırır. Aralarına, kıyamete kadar düşmanlık ve kin soktuk. Ne
zaman savaş için bir ateş yak-mışlarsa Allah onu söndürmüştür. Onlar yeryüzünde bozgunculuğa
koşarlar; Allah ise bozguncuları sevmez.
65. Eğer Ehl-i
kitap iman edip sakınsalardı, herhalde günahlarını örter ve onları nimeti bol cennetlere
sokardık.
66. Eğer onlar
Tevrat'ı İncil'i ve Rablerinden onlara indirileni doğru dürüst uygulasalardı
şüphesiz hem üslerinden, hemde ayaklarının altından yerlerdi. Onlardan aşırılığa
kaçmayan bir zümre vardır; fakat çoğunun yaptıkları ne kötüdür! .
Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Yüce Allah önceki âyetlerde Ehl-i
kitabın Tevrat ve İncil ile amel etmeyi bıraktıklarını anlattı ve onların kâfir,
zalim ve fasik olduklarına hükmetti. Bu âyetlerde de Yahudi ve Hıristiyanlarla
dostluk kurmaktan sakındırdı. Daha sonra da Yahudilerin işledikleri suçları
saydı ve çirkin söz ve fiillerle Yüce Allah'ın itham ettiklerini anlattı. [136]
Kelimelerin İzahı
Daire, zamanın başa getirdiği
olaylar ve musibetler manasına gelen kelimesinin tekilidir. Şair şöyle
der:
Sen takdir edilen kaderi kendinden
çevirmeye ve zamanın musibetlerinin gelmesine mani olmaya çalışıyorsun. "Boşa gitti" demektir. : Tenkit ediyor ve ayıplıyorsunuz. : Suht, haram demektir. Daha önce
geçmiştir.
Mağlule, bağlanmış demektir. ele
vurulan kelepçedir. Burada cimrilikten kinayedir. Bir kimse başkasının eline
kelepçe vurduğunda denir.
Onu söndürdü demektir. İtfa,
yerinde bir iz kalmayacak şekilde söndürmek manasınadır.
Mukteside; aşırı olmayan, dengeli
manasınadır. Denge manasına gelen kokündendir.
[137]
Nüzul Sebebi
a) İbn Abbas
şöyle der: Rifâa b. Zeyd ve Süveyd b. Haris müslüman olduklarını açıklamışlar,
sonra da münafık olmuşlardı. Müslümanlardan bazıları onlarla dostluk
kurmuşlardı. Bunun üzerine Yüce Allah: Ey iman edenler! Dininizi alay ve eğlence
konusu edinenleri dost edinmeyin" âyetini indirdi.[138]
b) İbn Abbas
şöyle der: Yahudilerden bir grup Rasulullah (s.a.v)'a gelerek peygamberlerden
hangisine inandığını sordular. Rasulullah (s.a.v) şöyle cevap verdi: "Biz
Allah'a, bize indirilen kitaba, İbrahim ve İsmail (a.s)'e indirilenlere iman
ettik" âyetini Biz ona teslim olanlarız,[139]
a kadar okudu. Âyette Hz. îsâ'nın adı geçince, onun peygamberliğini inkar
ettiler ve şöyle dediler: Allah'a andolsun ki, dünya ve âhirette sizden daha az
nasibi olan din mensubu tanımıyoruz. Sizin dininizden daha kötü bir din de
bilmiyoruz. Bunun üzerine Yüce Allah De ki, Allah katında yeri bundan daha kötü
olanı size haber vereyim mi? âyetini indirdi.[140]
Âyetlerin Tefsiri
51. Ey iman
edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Yüce Allah mü'minlere
Yahudi ve Hıristiyanlarla dost olmayı yasakladı. Onlara yardım etmeyi, onlardan
yardım istemeyi,onlarla aynı safta bulunmayı ve onlarla mü'minler gibi
haşir-neşir olmayı yasakladı.[141]
Onlar, birbirlerinin dostlarıdır. İnkar ve sapıklıkta birleştikleri için,
mü'minlere karşı bir el gibidirler. Küfür, tek bir millettir, Sizden kim
onlarla dost olursa, o onlardandır. Onlar hakkındaki hüküm ne ise, onun
hakkındaki hüküm de odur. Zemahşerî şöyle der: Bu, mü'minlerin, dine muhalif
olan kimselerden uzak durmalarını ve onlardan ayrılmalarını sağlamak için,
Allah'ın sert ve şiddetli bir emridir. Nitekim Rasulullah (a.s.v): Onların ateşi
birbirini görmesin[142]
yani bir araya gelmesinler,
buyurmuştur. Şüphesiz Allah, zâlim kavme iman nasip etmez. [143]
52. Abdullah b.
Übeyy ve arkadaşları gibi, kalplerinde şüphe ve nifak hastalığı bulunanların,
Yahudi ve Hıristiyanlarla dost olma ve yardımlaşma hususunda yarıştıklarını
görürsün. Kâfirlerle kurdukları dostluktan dolayı mazeret beyân ederek:"Zamanm
getireceği musibet ve kötülüklerden ve Yahudilerin müslümanlara karşı zafer
kazanmasından, dolayısıyle Muhammed' in işinin eksik kalmasından korktuğumuz
için böyle yapıyoruz." derler. Yüce Allah onların bâtıl iddiaları deddederek
şöyle buyurdu: Umulur ki Allah bir fetih, yahut katından bir emir getirir de,
münafıklar, içlerinde gizledikleri şeyden, yani Allah düşman Yahudi ve
Hıristiyanlarla dostluk kurmaktan piş manlık duyarlar. Âyette geçen fetihten
maksat, Mekke'nin fethidir.[144]
Bu âyet, Yüce Allah'ın fetih ve zafer vadetmesi sebebiyle Peygamber (s.a.v.)
için bir müjdedir."Katmdan bir emir getirir"den maksat,"kalplerine korku salmak
gibi" katından bir emirle onları helak eder.Bunun için herhangi bir mahluku
vasıta olarak kullanmaz.Nitekim Nadiroğullarma böyle yapmıştır. [145]
53. Allah
münafıkların sırlarını ortaya çıkardığı zaman, mü'minler onların haline şaşarak
şöyle der: Ey Yahudiler! Size yardım ederek sizinle beraber olacaklarına dair
bütün güçleriyle yemin edenler bunlar mı? Nitekim Yüce Allah onların şöyle
dediklerini nakleder: Eğer savaşa tutuşursanız, size mutlaka yardım ederiz[146]
Nifakları sebebiyle amelleri boşa gitti de hem dünyada hem de âhirette hüsrana uğrayanlar oldular. [147]
54. Ey
mü'minler topluluğu! Sizden kim, hak dinden çıkar, onu başka bir din ile
değiştirir ve imanı bırakıp inkara dönerse[148]
bilsin ki, Allah onlann yerine, sevdiği
ve kendisini seven mü'min insanlar getirecek. Onlar mü'minlere karşı
merhametli ve alçak gönüllüdürler,
kâfirlere karşı ise sert ve izzetlidirler. İbn Kesîr şöyle der: Bunlar kâmil
mü1-minlerin sıfatıdır ki, kâmil mü'min, kardeşine karşı alçak gönüllü,
düşmanına karşı ise izzetlidir.[149]
Nitekim Yüce Allah mü'minleri böyle vasıflandırmıştır: Onlar kâfirlere karşı
çetin, kendi aralarında merhametlidirler[150]
mü'minin, mü'min kardeşlerine karşı yumuşak huylu ve alçak gönüllü olması; kâfir
ve münafıklara karşı ise onurlu olması Allah'ın onu sevdiğinin alametidir. Bu
mü'minler Allah'ın dinini yüceltmek için cihat ederler ve kendilerini
kınayanların kınamasına aldırış etmezler. Çünkü onlar Allah'ın dini hususunda
çetindirler, Allah uğrunda cihat ederken kimseden korkmazlar. İşte bu güzel
vasıflarla vasıflanan kimse bilsin ki bunlar ona Allah'ın lütfü ve yardımıdır.
Allah'ın lütuf ve ihsanı boldur, buna kimin layık olduğunu bilir. Yüce Allah,
mü'minlere kâfirlerle dostluk kurmayı yasakladıktan sonra burada da kimlerin
dostluk kurmaya layık olduklarını bildirerek şöyle buyurdu: [151]
55. Sizin
dostlarınız Yahudi ve Hıristiyanlar değildir. Dostlarınız ancak Allah, Rasulü
ve mü'minlerdir. O mü'minler, huşu ve tevazu içerisinde namazlarını kılar,
zekatlarını verirler. İşte bu güzel vasıflan taşıyan mü'minler sizin dostlarmızdır. Teshîl yazarı
şöyle der: Asıl Dostun sadece Allah
olduğunu vurgulamak maksadıyle, Yüce Allah lafzını müfret olarak
zikretti. Bundan sonra, Rasulünü ve mü'minleri kendi ismi üzerine atfedip
onların da kendisine tâbi olarak dost olduklarım bildirdi. Eğer çoğul olarak
sizin dostlarınız, ancak... deseydi,
kelâmda asillik ve tâbilik olmazdı[152]
56. Kim Allah'ı
Rasulünü ve mü'minleri dost edinirse o, Allah'ın tarafını tutanlardandır. Bilsin
ki, düşmanlarına galip ve üstün gelenler de onlardır. [153]
57. Ey
mü'minler! Dininizi alay ve oyun konusu edinen din düşmanlarını dost edinmeyin.
O alaycı Yahudi, Hıristiyan ve diğer kâfirleri kendinize dost edinip de, onlar
size düşman olduğu halde siz onları sevmeyin. Dininizle alay eden kimseyle dost
veya arkadaş olmanız sizin için doğru olmaz. Bilakis ona buğz ve düşmanlık
etmeniz gerekir. Eğer hakiki mü'min iseniz, kâfir ve fasıkları dost edinme
hususunda Allah'tan korkunuz. Bundan sonra Yüce Allah, onların alay ettikleri
konulardan bir kısmını açıklayarak şöyle buyurdu. [154]
58. Ezan okuyup
insanları namaza çağırdığınızda onlar sizinle ve namazınızla alay ederler. Ebu
Hayyân şöyle der: Yahudiler ezan sesini işitince Rasulullah'ı kıskandılar ve:
"Peygamberlerde olmayan bir şeyi icat ettin. Bu, deve gibi bağırmak da sana
nerden geldi? Bu ne çirkin bir ses!" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah bu âyeti
indirdi.[155]
Böylece, namazla alay eden kimsenin dost edinilmesi, bilakis kovulup
uzaklaştırılması gerektiğini vurguladı. Bu âyet, önceki âyetin manasını
pekiştirmek üzere gelmiştir. Onların böyle davranmaları, namazın hikmetini
düşünemeyen ve onun, ruhları temizleme hususundaki gayesini anlamayan kâfirler
olmalarındandır. Onlar her ne kadar dünya menfaatlerini kavrayacak akılları olsa
da, din hususunda bu akıldan faydalanmadıkları için onlar "akılsız" diye
nitelenmişlerdi. [156]
59. Ya
Muhammed! De ki: Ey Yahudi ve Hıristiyan topluluğu! Biz sadece Allah'a bize
indirilene ve daha önce peygamberlere indirilenlere inandığımızdan dolayı mı,
bizi ayıplıyor ve kınıyorsunuz? İbn Kesir şöyle der: Bizim size karşı ayıbımız
veya kusurumuz bu mu? Bu, ne bir kusur, ne de kınanacak bir şeydir. Buna göre bu
istisna, istisnai munkatıdır.[157]
Şüphesiz, çoğunuz doğru yoldan çıkmış kişilersiniz. [158]
60. Bizi
ayıpladığınız bu şeyden, Allah kâtında sevabı daha kötü olanı size haber vereyim
mi? Teshîl yazarı şöyle der: Burada, onlarla alay etmek için, ceza yerine sevap
kelimesi kullanılmıştır. Bu, onları elem verici bir azap ile müjdele[159]
âyetinde ki müjdeye benzer.[160]
Allah'ın rahmetinden kovduğu, açık âyetler geldikten sonra yine küfre ve günaha
dalması sebebiyle kızdığı, bazılarını maymun ve domuzlara çevirdiği ve
bazılarını da, şeytana itaat etmek suretiyle ona kul ettiği kimseler var ya,
işte bu çirkin ve rezil sıfatlarla vasıflanan o lanetliler, ahirette yerleri
daha kötü olanlar ve doğru yoldan daha çok sapanlardır. İbn Kesîr şöyle der:
Ayetin manası şudur: Ey bizim, bir Allah inancına ve başkasına değil, sadece
O'na ibadet etme esasına dayanan dinimizi kınayan Ehl-i kitap! Bu anlatılanların
hepsi sizde mevcut olduğu halde, nasıl böyle konuşursunuz?[161]
Kurtubî şöyle der: Bu âyet inince müslümanlar onlara: "Ey domuzların ve
maymunların kardeşleri!" diye hitap ettiler. Onlar bunu duyunca utançlarından
başlarım eğdiler. Şâir onlar hakkında şöyle der:
Allah'ın laneti Yahudilerin
üzerine olsun. Çünkü Yahudiler, maymunların kardeşleridir.[162]
61. Bu cümlenin
faili, Yahudilerin münafıklarıdır. Yani, Yahudilerin münafıkları size
geldiklerinde müslüman oldukların açiklarlar. Halbuki onlar senin yanma kâfir
olarak girdi ve kâfir olarak çıktılar. Ey Muhammedi Senden dinledikleri
ilimden faydalanamadılar. Öğüt ve uyanlar onlara fayda vermedi. Allah onların
gizlemekte oldukları kâfirlik ve nifaklarını bilir. Bu âyette onlar için
şiddetli bir tehdit vardır. [163]
62.
Yahudilerden bir çoğunun günahta zulümde ve haram yemede yarıştıkların görürsün.
Onların yaptığı bu çirkin işler, ne âdi huylardır. [164]
63. Din
adamları ve alimleri günah olan sözleri söylemekten ve haram yemekten onları
sakın-dırsalardı ya! âlimlerin yaptıkları ne kötüdür. Bu, Allah'ın haramlarını
işlemekten onları nehyetmemeleridir. İbn Abbas şöyle der: Kur'an'da âlimleri, bu
âyetten daha şiddetli kınayan başka bir âyet yoktur. Ebu Hayyan şöyle der: Bu
âyet, Allah'ın haram kıldığı şeyleri işleyenleri nehyetmeyip susan âlim ve
âbitleri kınamaktadır. İbn Mübarek şöyle bir şiir okudu:
Dini ancak krallar, kötü âlimler
ve rahipler bozmuştur.[165]
64. Lanetli
Yahudiler, "Allah cimridir, kulların rızkını kısıyor" dediler. İbn Abbas şöyle
der: elinde bulunanı cimriliğinden dolayı tutan kimsedir. Onlar böyle demekle,
Allah'ın elinin bağlı olduğunu kastetmiyorlar.[166]
Elleri bağlansın. Bu onlar için bir bedduadır. Kınanan cimrilik, fakirlik ve
sıkıntıya uğramaları için beddua edilmiştir. Bu âdı sözlerinden dolayı Allah
onları rahmetinden uzaklaştırdı. Bilakis Allah cömert ve kerimdir, ihsanı
boldur, dilediği gibi rızık verir. Ebussuud şöyle der: Allah'ın rızkı
daraltması, bereketinin azalmasından değildir. Bilakis Onun vermesi,
hikmetlere dayanan dilemesine bağlıdır. Belki de işlemiş oldukları kötülük
lerden dolayı, hikmet, onların azıklarının daraltılmasını gerektirmiştir.[167]
Ya Muhammedi Sana indirilen bu Kur'an, mutlaka onların inkar üzerine
inkarlarını, taşkınlık üzerine taşkınlıklarını artıracaktır. Çünkü her âyet
indikçe onlar onu inkar edecek, böylece azgınlık ve inkarları artacaktır. Bu,
sağlıkn kişiler için hazırlanmış olan yemeğin, hastaların hastalığını
artırmasına benzer. Taberî şöyle der: Yüce Allah Peygamberine (s.a.v.),
Yahudilerin rablerine karşı kibirli ve gururlu olduklarını, her ne kadar hakkın
doğruluğunu bilseler de anlamak istemeyip inat edeceklerini bildirmiştir.
Bununla Yüce Allah, onların Allah'tan uzaklaşmaları ve Peygamberi (s.a.v.)
yalanlamalarından dolayı Rasulünü teselli etmektedir. Kıyamet gününe kadar
Yahudiler arasına düşmanlık ve kin saldık. Onların görüşleri farklı, kalpleri
darmadağınıktır. Kıyamete kadar, sürekli olarak birbirlerine buğz ve düşmanlık
ederler. Ne zaman Allah rasulüne karşı bir harp ateşi tutuşturmak istemişlerse
Allah onu söndürmüştür. İslama ve müslümanlara tuzak kurmaya çalışıyor ve
müslümanlar arasında fitne çıkarmaya uğraşıyorlar. İbn Kesîr şöyle der:
Yeryüzünde sürekli olarak fesat çıkarmaları onların tabiatları gereğidir.[168]
Allah bu sıfatı taşıyanları, yani fesat çıkaranları sevmez. [169]
65. Eğer Yahudi
ve Hıristiyanlar Allah ve Rasulüne hakkıyle iman edip haram kıldığı şeylerden
sakınsalardı, işlemiş oldukları günahları si-lerdik. Ve onları, bununla
birlikte, naim cennetlerine koyardık. [170]
66. Eğer onlar
Allah'ın emrinde doğru dürüst yürüseler, Tevrat ve İncil'de olan emirlerle ve son peygamber Hz. Muhammed (s.a.v)'e
gönderilen bu yüce kitapta kendilerine indirilenlerle amel etselerdi.
Elbette hem üstlerinden hem de
ayaklarının altlarından yerlerdi. Yani Yüce Allah, göklerin ve yerlerin
bereketlerini onlar üzerine yağdırırak, rızıklarmı geşiletir ve mallarını çoğaltırdı.
Onlardan dengeli, ne aşırı giden ne de
eksik yapan, ve fakat orta yolu tutan bir grup vardır. Bunlar Abdullah b.
Selam, Necâşî ve Selmân gibi, Hz. Muhammed
(s.a.v)'e iman eden kimselerdir. Onlardan bir çoğu da şerli kimselerdir.
Onların söylediği sözler ne çirkin, yaptığı işler ne kötüdür. [171]
Kaydol:
Kayıt Yorumları
(
Atom
)
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder